Köşemde, son aylarda sıklıkla ülkemizde “nereden buldun” sorusunu vatandaşına soramayan devlet olmanın olumsuzlukları ve sonuçlarına ilişkin yazılarımı okudunuz.

Bu gidişle, bu yazılar pehlivan tefrikasına dönecek. Cumartesi günü Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek (X) hesabından aşağıdaki açıklamayı yaptı:

“Vergide adaleti artırmaya ve kayıt dışılığı azaltmaya yönelik çalışmalarımız aralıksız sürüyor. Aylık harcamaları 5 Milyon TL’nin üzerinde olup, hiç gelir beyan etmeyen kişileri gerçek kazançlarını vergilendirmek üzere denetim kapsamına alıyoruz. IBAN veya “mail order” ödeme yönetimi ile tahsilat yaparak vergisini ödemeyen işletmeler de inceleniyor. Vergi kayıp ve kaçağına sebebiyet vererek haksız kazanç sağlayanların ve haksız rekabet oluşturanların takipçisi olmaya devam edeceğiz.”

Kapsamlı bir vergi düzenlemesi hazırlığı çerçevesinde Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanan teklif taslağında; “risk analizi sonucu beyana tabi gelirleri ile yapılan harcamaları arasında yüzde 20’nin üzerinde uyumsuzluk olan mükelleflerden ‘özel gider yani harcama bildirimi’ istenmesi ve aradaki farkın izah edilememesi durumunda ilgili hakkında vergi incelemesi yapılması, izah edilemeyen fark tutarların arızi kazanç olarak kabul edilerek gelir vergisi tarh edilmesi önerisi” yer almıştı. Bu düzenleme ile mükelleflerin harcama ve gelirlerinin görülebilmesine olanak tanıyan “mükellef hesap kartı” gibi bir çalışma da oluşturulmuş ve ayrıntılara yer verilmişti.

“NEREDEN BULDUN?” DÜZENLEMESİNİ SİZ KALDIRDINIZ, SONUÇLAR SİZİN ESERİNİZ

Bu düzenleme, ülkeden para çıkışına neden olacağı gerekçesiyle iş dünyası ile paylaşılan metinde yer almadığı gibi Meclis’e sunulacak yasa teklifinde de yer almayacak olmasına rağmen; Sayın Şimşek’in harcamalardan hareketle vergi incelemesi sonucu tarhiyat yapacaklarını açıklaması, beni çok şaşırttı. Mevzuat, bu tür vergi incelemesi yapmak için yeterli olsa, bürokratlarınız size yukarıdaki düzenlemeyi yasa haline getirme önerisinde bulunmazlardı.

1998 yılında, 4369 sayılı Kanun ile Türk Gelir Vergisi sisteminde köklü bir değişikliğe gidilmişti. Gelir Vergisi’nde “kaynak” kuramından “safi artış’’ kuramına geçilmesine ilişkin düzenleme yapılmıştı. Gelirin tanımı; “Gelir bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır” yerine “Gelir bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği, tasarruf ve harcamasına kaynak teşkil eden her türlü kazanç ve iratların safi tutarıdır’’ halini almıştı.

1999 yılında, 4444 sayılı Kanun ile uygulama 1/1/1999 ile 31/12/2002 tarihleri arasında eski hükümlerin uygulanmaya devam etmesi, 1/1/2003’te yürürlüğe girmesine ilişkin düzenleme yapıldı. Kasım 2002’de iktidar değişti. İktidara gelen AKP çıkardığı ilk Kanun olan 4783 sayılı yasa ile bu düzenlemeyi hiç uygulamadan kaldırdı.

Daha önce bir gelir unsurunun vergilendirilebilmesi için; kanunda açıkça vergiye tabi olduğunun belirtilmiş olması gerekirken, yeni düzenleme ile bir gelir unsurunun vergilendirilmemesi için, kanunda açıkça vergiden istisna edildiğine ilişkin bir hüküm bulunması gerektiği anlayışına geçilmiştir. Vergi sisteminde yapılan bu düzenlemenin temel amacı; kayıt dışı ekonomiyi kayda almak ve vergi tabanının yaygınlaştırılmasını sağlamaktı.

Gelirin tespitinde net artış teorisine geçişle birlikte, istisnalar dışında vergilendirilmeyen herhangi bir gelir kalmamış olacaktı. Bu değişiklik sonucunda, gelir ile harcama ve servet artışı arasında bağlantı kurulması ve bu yolla gelirin tespiti imkanı doğmuştu.

Bu düzenlemenin yürürlüğe gireceği düşüncesi ile Türk vergi sisteminde yer alan vergi güvenlik müesseseleri, ortalama kâr haddi ve hayat standardı gibi müesseseler mevzuatımızdan çıkartıldı. Harcama ve tasarrufun kaynağını sorulması uygulaması yürürlüğe girmeyince; vergi güvenlik müesseseleri de ortadan kalktığı için, vergi sistemi savunmasız ve mükelleflerin gönlünden ne koparsa onu beyan ettiği bir sistem haline dönüştü.

Çözüm, parayı takip eden sistemi kurmak

Ülkemizde, 31.12.2023 tarihi itibari ile basit usulde vergilendirilen (daha doğrusu vergilendirilmeyen) 833.417 mükellef dahil, toplam 5.578.001 faal Gelir Vergisi mükellefi mevcuttur. Geçen yıl beyanname yolu ile toplam Gelir Vergisi’nin sadece yüzde 5.7’si (40 milyar 538 milyon TL) tahsil edilebilmiştir. Kaynakta tevkif yoluyla tahsil edilen Gelir Vergisi, toplam Gelir Vergisi’nin yüzde 92.1’i olup; bu tahsilatın yüzde 62’si (448 milyar 832 milyon TL) ücretlilerden kaynakta kesilen Gelir Vergisi’dir.

Gelir Vergisi, vergi rekortmenleri listesinde; kâr payı alan şirket ortakları ve birkaç serbest meslek erbabı dışında kimse yok. Zaten ilk 100’e girenlerin 76’sı adını açıklatmadı. Gelir Vergisi’nde 2020 yılında ödenen ortalama vergi 10.007 TL ve 2022 yılında da 26.413 TL olmuştu!

Bu çağda “malı” takip eden vergi sistemine dokunmayıp, bu tür açıklamalarla ne yapılmaya çalışılıyor? “Nereden buldun?” yasasını çıkartın, bütün bu adaletsizlikler ortadan kalksın. Şikayet etmeyi bırakıp, icraata geçmenize kim engel oluyor?

Tüketici dolaylı vergilerle inim inim inlerken, ayda 5 milyon TL yılda 60 milyon TL’den fazla para harcayan ancak hiç vergi ödememiş 800 kişiyi şikayet etmeye hakkınız yok. Böyle bir sonucu doğuracak ortamı yasayı kaldırarak siz yarattınız. Mevzuat eksikliğine rağmen, vergi incelemesi yoluyla bu kişilere dokunulacağı algısı yaratmak da çok tehlikeli.

Gelir ve servet dağılımının adil bir şekilde vergilendirilmesi, sosyal adaletin sağlanması açısından önemlidir. Paranın izlenmesi, zengin ve fakir arasındaki vergi yükünün adil bir şekilde dağıtılmasını sağlar. Yok biz zengine dokunamayız diyorsanız, ne diyelim?