İlk kez, İngiliz The Economist dergisi 26 Kasım 1977 tarihli yayınında kullanılan “Hollanda Hastalığı” (Dutch Disease) deyimi; ekonomi pozitifteyken bir süre sonra negatife dönmesi sonucunda zararlı sonuçlar vermesi anlamına gelmektedir. Dünya genelinde bu hastalığa “Hollanda Marazı“, “Hollanda Sendromu” da denmektedir.
Hollanda Hastalığı, bir ülkenin "ani zenginleşme kaynağına kavuşup” doğal kaynak ihracında görülen bir patlamanın, o ülkenin para biriminin aşırı değer kazanarak güçlenmesi, mevcut üretim faktörlerinin diğer üretim alanlarından çekilip, yeni kaynağa yönelmesiyle, toplam üretimin azalarak sanayi kârlılığının baltalanması, ülke ekonomisinin ithalata bağımlı kalarak uzun vadede krize girmesidir.
1960'lı yıllarda Hollanda'da çok miktarda doğalgaz yatağı keşfedilmiş, bu durum Hollanda da yerel para birimi olan Florin' in aşırı değerlenmesine yol açmıştır. Florin' in aniden aşırı değerlenmesi Hollanda'da üretimin azalmasına ve azalan üretim sonucu Hollanda’nın aşırı ithalat yapmasına sebebiyet vermiştir. Bu yüzden bu sendrom ilk kez 1960'lı yıllarda Hollanda'nın başına geldiğinde gözlendiği için, Hollanda hastalığı olarak adlandırılmıştır. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere “Hollanda Hastalığı tıbbi değil, ekonomik bir hastalıktır”.
Bugün Hollanda Hastalığı yararlı bir gelişmenin nasıl zararlı bir sonuca yol açabileceğini anlatmak için kullanılmaktadır.
Hollanda Hastalığı için; yapılan deneysel, kuramsal, teorik (amprik) araştırmalar gösteriyor ki, kimilerinde petrole, kimlerinde doğal gaza, kimlerinde işçi dövizleriyle veya dış yardımlar sebebiyle, kimilerinde doğal kaynak dışı stratejik bir mal gibi (olguda kritik değişken) ürünlerin üreticisi olan ülkelerde olan döviz bolluğuyla gelirlerinin artmasının bir sonucudur.
Hastalığa tutulan ülkelerde genellikle kısa vadeli olarak giren yabancı sermaye girişleri, efektif döviz kurunun düşmesine, yerel para biriminin değerinin yükselmesine sebebiyet verirken, refah artışı ve ulusal ekonomide ücretlerin yükselmesiyle, ticarete konu olan mal ve hizmetlere talep artmakta, ülkede tüketimde artış meydana gelmektedir.
Hollanda Hastalığı; sanayinin (üretimin) azalmasına, tüketimin artması da ithalat talebine sebebiyet vererek ülkedeki dış ticaret açığını büyütüyor. Ulusal paranın aşırı değerlenmesi, ithalatın ucuzlamasına sağlarken, ucuz ithalat ise enflasyonu ortadan kalkmasını sağlamaktadır. Tüm bunların sonucunda, milli gelir kısa süreliğine de olsa artarak, sanal bir refah ortamı doğuyor.
Hollanda Hastalığının tanımlamasını ve etkileri üzerine çalışmalar yapan Max Corden ile Peter Neary, Max Corden ve Peter Neary gibi bilim insanları Hollanda Hastalığından için üç sektörü ön plana çıkarmışlardır. Bunlar;
- Doğal kaynaklara dayalı sektörler (madencilik, doğalgaz, petrol vb.),
- Ticarete konu olan sektörler (uluslararası ticarete konu olabilen, mal ve hizmet çıktıları olan tarım ve imalat sanayi) ve
- Ticarete konu olmayan sektörler olan sağlık, eğitim, perakende, inşaat vb. içeren hizmet sektörleridir.
Dünya da hastalığın örnekleri:
Hollanda Hastalığına yakalanan diğer ülkeler arasında:
- İngiltere: Son yıllarda petrol zengini ülkelerdeki insanların veya kara para aklayan kişilerin özellikle Londra’dan emlak alması sonucu emlak ve kira fiyatlarının aşırı derecede yükselmiş, İngiliz halkı bundan şikâyet etmeye başlaması sonucu hükümet yeni tedbirler almaya başlamıştır.
- Meksika, Nijerya gibi petrol üretimi yapan ülkelerde,
- Kolombiya : “Brezilya’daki kötü hava koşulları ve Guatemala’daki deprem 1975’te dünya piyasasında önemli ölçüde kahve kıtlığına sebep olmuştur. Bu yüzden kahve fiyatları çok fazla artmıştı. Kolombiya bu duruma cevap vermekte gecikmedi ve kahve üretimini % 76 arttırdı. Bu durumda ülke yatırımcıları kahve sektörüne yönelip diğer sektörlerle pek ilgilenmemeye başladılar. Kahve sektörünün getirdiği bu inanılmaz kar, ülke parası olan pezoyu değerlendirdi. Pezonun bu değer artışı, diğer sektörlerde üretimin azalmasına, azalan üretimin yerine de ithalatın yapılmasına neden oldu.”
- Fildişi Sahilleri gibi kahve, kakao ve orman ürünleri üretimi yapan ülkelerde,
- Zambiya ve Zaire gibi demir filizi üretimi yapan ülkeler hastalığa yakalanmışlardır.
Günümüzde Hollanda Hastalığı’ nı yaşıyor olabileceği düşünülen en somut örnek ülke Venezuela’dır. 1998'de işbaşına gelen Hugo Chavez iktidarının ilk yıllarında uyguladığı politikalar ile petrol zenginliğini tabana yaymayı başarmış ve petrol fiyatlarının yüksek seviyelerde seyretmesi kişi başına milli gelir 4,000 Dolar seviyelerinden 10,000 Dolar seviyelerine yükselmiştir. Bu durum Venezule ekonomisi büyürken eş zamanlı olarak ithalatın artması, yerli üretimin büyümemesi ya da azalması sonucunu doğurmuştur. İlerleyen yıllarda petrol fiyatlarının 30 Dolar / varil seviyelerine düşmesiyle, Venezuela ithalat yetkinliğini yitirmiş, ekonomik kriz kendini göstermiş, iç üretim zayıflamış olduğu için yokluk baş göstermiştir.
Son dönemde Türkiye’nin de Hollanda Hastalığına maruz kalabileceği tartışılmaktadır. Özellikle dışarıdan 2005-2016 yılları arasında sürekli sıcak para girişi, ithalatın cazip hale gelmesi, tüketim artarken üretimin azalması, sanayinin küçülmesi ve üretimin yavaşlaması ve işsizliğin artması bu durumu destekler niteliktedir.2001 krizi sonrası yaşanan ekonomik iyileşme sonucunda konutların değeri artmaya yöneldi. Faizlerin düşmesi de eklenince insanlar alternatif olarak konut yatırımına yöneldiler. Bu da çoğu sanayicinin konut sektörüne yönelmesine sebebiyet verdi. Sanayiciden çok müteahhitler çoğaldı. Umarım ki, şimdilik tartışılmakta olan bu konu tez zamanda sonuca bağlanır. Eğer Hollanda Hastalığı ekonomimize bulaşmışsa (bu konuda yorumu siz okuyucularıma bırakıyorum)tedaviye geç kalınmadan başlanmalıdır. Hollanda hastalığı henüz ekonomimize bulaşmamışsa dilerim dünyanın yaşadığı bu tecrübelerden ders alınır.
Faydalı olması ümidiyle…
Özkan ÇİNAR
Mali Müşavir/SPK Denetçisi
Yönetim Danışmanı/Eğitmen