Vade geldiğinde sözleşmeye konu dövizin belirlenen fiyat­tan fiilen alım satımı şeklin­de sonuçlandırılmasına fiziki uzlaşma denilmektedir. Vade­si geldiğinde piyasada oluşan spot fiyatın durumuna göre, sözleşmedeki fiyat ile spot fi­yat arasındaki farkın taraflar­dan biri tarafından diğerine nakden ödenmesi şeklinde so­na erdirmeye nakdi uzlaşma denilmektedir.

16 Eylül 2024 Pazartesi gün­lü yazımda bu konudan bahset­miş, şirketler lehine sona eren forward işlemleriyle ilgili iza­hat talebinde bulunulduğunu yazmıştım. İzahat talebi incele­meye döndü ve süratle bitirilme aşamasına geldi.

İnceleme sonucunda, ban­kalarla şirketler arasında yapı­lan ‘forward sözleşmesi’ kap­samında, işlem günü nakdi uz­laşma suretiyle kazanç elde eden şirketlerin, piyasa fiyatı ile forward kuru arasındaki fark tutar üzerinden bankalara fa­tura düzenlemeleri gerekirken düzenlemedikleri ve KDV he­saplamaları gerekirken hesap­lanmadıkları iddiası ile tarhiya­ta hazırlanılıyor.

Yaklaşım KDV açısından hatalı

Kurumlar Vergisi Genel Teb­liğinde de belirtildiği üzere, forward sözleşmesinde iki taraf vardır. Bir taraf banka, ikincisi banka ile belirli bir vadede, be­lirli bir fiyattan döviz almaya ya da satmaya razı olan şirketler.

Şirketlerin bu işlem netice­sinde kazançlı çıktığı durum­da, olsa olsa şirketin bankaya bir hizmet verdiği, şirketlerin lehine kalan tutarın bankaya gerilen hizmetlerin karşılığı olduğu iddia edilecektir. Oy­sa sözleşme yapısına bakıldı­ğında, sözleşmenin hakim (dö­vizi teslim edecek, fiyatı be­lirleyen, vadeyi belirleyen, satabileceği tutarı belirleyen, bu sözleşme için ayrıca bedel alabilen) tarafının, banka ol­duğu son derece açıktır.

Öyle bir hizmet tasavvur edin ki son güne kadar kimin kime ne ve ne kadar hizmet ve­receği belli değil. Bu, tarafların iradesinden de bağımsız, piya­sa koşullarına göre tarafların tanımlarının(kimin hizmet ve­ren kimin hizmet alan olduğu­nun) değiştiği bir durum anla­mına gelmektedir. Ayrıca, bu hizmeti bankacılık lisansı ol­mayan bir şirketin verebilmesi de mümkün değil.

İşleme teslim de desek hiz­met de desek, sonucunda kimin kazançlı çıktığından bağımsız, teslim edeni, hizmeti vereni, bu alanda böyle bir sözleşme yapa­bilme lisansı-izni olan dolayı­sıyla da KDVK sistematiği ge­reği mükellefi aslında bankadır. Bankalar da hem KDVK 17/4-e, hem de 17/4-g hükümleri çer­çevesinde bu tür işlemler ne­deniyle elde edecekleri gelirler açısından KDV’den istisna tu­tulmuştur.

Fiziki uzlaşma ile nakdi uz­laşma arasında da hiç bir fark bulunmamaktadır. İşin gerçek mahiyeti birdir. İkisinin farklı iş ve işlemlermiş gibi farklı mu­ameleye tabi tutulmaları baş­lı başına çelişkili bir tutumdur.

Bu yaklaşımı bir adım daha ileri götürdüğümüzde, iş şir­ketlerin bankalardan elde ettiği mevduat faizlerinin de KDV’ye tabi olması gerektiği iddiasına kadar da gider.

Konu ile ilgili müktesebat

Bu konu geçmişte çok çeşit­li açılardan tartışılmış, konuya ilişkin olarak mali idarece veri­len yazılı görüşlerle piyasa yön­lendirilmiş, bugün tartışmaya açılan boyutu ile bu husus bu­güne kadar (bildiğimiz kadarıy­la) hiç gündeme gelmemişti.

Geçmişte, tarafın yurt dışın­da kurulu finans şirketi olup ol­mamasına, tarafların grup şir­keti olup olmamasına göre de­ğerlendirmeler yapılmıştı.

Türkiye’deki bankalarla Tür­kiye’deki şirketler arasında ya­pılan forward sözleşmelerinin neticesinde banka lehine do­ğan gelir BSMV (6802 sayılı Ka­nunun 29/p ve 33. Madde ) hü­kümleri çerçevesinde değer­lendirilmekte ve vergiye tabi tutulmamakta, işlemin netice­sinde işlem şirket lehine sonuç­landığında da (KDVK 17/4-e ve g bentleri çerçevesinde) KDV hiç gündeme gelmemekteydi.

Risk yönetim aracının (hedging) cezalandırılması anlamına gelir

Bir dönem, Devletimiz, döviz­le borçlanmış veya dövize bağlı maliyetleri olan şirketleri, olası döviz kuru dalgalanmalarından korumak için bir tür risk yö­netim aracı olan forward vb iş­lemleri kullanmaları için adeta zorluyordu. Dövizle borçlanma, işlem yasakları gibi önlemler de ekonominin döviz dalgalan­malarına bağlı kırılganlıklarını önlemek için getirilmiş önlem­lerdi. Ayrıca, aynı dönemlerde Merkez Bankasının, döviz fi­yatlarındaki dalgalanmayı ön­leyebilmek için, forward söz­leşmelerinde fiziki uzlaşma (fi­ili döviz alış verişi)yerine nakdi uzlaşmanın tercih edilmesi yö­nünde tavır aldığı, telkinlerle piyasaya yön verdiği iddia edil­mektedir. Bu konularda atılacak adımlar ekonomi politikaları açısından da sonuçlar yarata­bilme potansiyeli taşımaktadır.

Yapılan düzenlemelerle bir yandan istisnalar getirilmiş­ken, bu istisnaların banka gelir elde ederken ve sadece BSMV açısından uygulanacağı, hasbel­kader işlemden şirketler kazanç elde ederse istisnaların olmadı­ğı uygulanamayacağı sonucuna varılması, ilk etapta bir değer­lendirme eksikliği olabileceği tereddüttü yaratmış olmalıdır.

Bu konuda varıldığı anlaşılan sonuca katılmamakla birlikte, velev ki şirketlerin lehine ka­lan forward gelirlerinin vergi­lenmesi gerektiği sonucuna va­rıldı, bu tavır değişikliği incele­me sürprizleri ile yapılmamalı, bir tebliğ düzenlemesi ile ne­den böyle bir sonuca varıldığı izah edilmeli ve ileriye dönük olarak başlatılmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin İş Bankası ka­rarı bu konuda dikkate alınabi­lir. Vergi Usul Kanununun 369. maddesi de bu amaçla çıkarıl­mıştır. İleriye dönük tebliğ dü­zenlemesine rağmen farklı uy­gulama yapanlar konuyu yargı­da tartışabilecektir.

Tabi o arada forward sözleş­meleri ya yapılamayacak ha­le gelecek ya da mutlaka doğal olarak bankalar, bu ilave yükü de fiyatlayacak ve işlemin tara­fı olan şirketlere yansıtacaktır. Şirketler de geçmişe dönük kar­şı karşıya kalacakları KDV yü­künü bankalardan talep edecek, bu durum da şirketlerle banka­lar arasında ilave çok sayıda da­vaya sebep olabilecektir.