- Günümüzde meslek örgütleri, şirketler ve devlet yönetimlerinde doğru insanların, doğru göreve atanmaması küresel bir sorundur. Yönetim ilkelerinin başında gelen liyakati sadece yeterlilik olarak görmek, bunun aynı zamanda sorumluluk ahlakı olduğunu göz ardı etmek tüm bu saydığımız kurumsal yapıların yıkılması, yok olmasına sebebiyet vermektedir.
- Kişilerin ehil olmadıkları işlerde istihdam edilmesi hem o işe, hem o kimseye, hem de o işten etkilenenlere karşı bir zulüm olduğu kesindir. Yapılacak iş bilinçsiz ve gönülsüz yapılacağından olumlu sonuç vermeyecek, o işten etkilenebilecek kişilere de bir nevi zulüm yapılmış olacak, (işin yapılmasının öngören kişiler de dahil ) büyük hayal kırıklıkları yaşanabilecektir.
- İşin layık olana verilmesi olan liyakatte, atanan kişinin tayin edildiği makamı bir emanet bilinciyle doldurabilecek donanımda olması gerekir. Emanet bilinciyle göreve gelme ve atanmanın olduğu yerde sadakat olacak; emanet ile sadakatin olduğu yerde güven, doğruluk, vefaya dayalı bir ilişkinin oluşması daha kolay olacaktır. Çünkü emanet ile, emanet bilinciyle, emanet olarak verilen ve alınan görev ve makam, sadakatle, bağlılıkla, dürüstlük, güven ve vefa ile yürütülür.
- Görevlendirme atanan kişiye güç sağlar. Atanan kişi maddi ve manevi çıkar elde edecektir. Menfaatler yöneticileri kapsamı altına alabilecek, işlerin düzgün ilerlemesine engel olabilecektir. Emanet ve sadakat bilincinden yoksun insanlar, hak etmedikleri mevkilere kadar yükseldikleri zaman, yani artık başka yükselebilecekleri bir mevki kalmadığı durumlarda kerameti kendinden bilmeye başlıyorlar. O makamı, mevkii hak ettiklerini, hatta haklarının daha da yukarılarda olduğuna kesin gözüyle bakmaya başlıyorlar. Bu durumda da bulunduğu makamda yetersiz olan bu insanlar karar verirken, yetersiz kararlar verebiliyorlar.
- Toplumda liyakatin ehliyet ile karıştırıldığı görülmektedir. Kısaca değinmek gerekirse; liyakat, daha çok kişinin görevle bağlantılı olarak kendi kişisel özellikleriyle ilgili iken, ehliyet daha çok kişinin görevle ilgili yetkinliğiyle ilgilidir. Bu çerçevede liyakat, emaneti üstlenebilme, taşıyabilme bilincine ve diğer insanî niteliklere sahip olmaya işaret etmekteyken, ehliyet emaneti taşıma konusunda, emanetin kendisiyle ilgili donanıma sahip olmaktır.
- Toplumsal ilişkilerde, siyasette, yöneten-yönetilen ilişkilerinde liyakat ve ehliyet ilkesi yürürlükteyse, bırakın kurumları, evrende adalet yürürlükte demektir. Oturduğu makamı, emanet olarak gören bir insan ancak, emanete ihanet etmez, sadakatle makamda oturur ve görevini adaletle yürütür.
- Adaletin var olduğu ailede, ekonomide, siyasette, dinde, eğitimde, hukukta kısaca toplum hayatında sadakat, eminlik, şeffaflık geçerli olur. Böyle bir toplumsal sistemde de insaf, güven, adalet duygusu, moral ve motivasyon güçlü olacağından her boyutta sağlıklı üretim olur.
- Yönetimler kendi ekipleriyle çalışmak istemektedirler ki, bu sadakat beklentisinin sonucudur ve doğaldır. Burada dikkat edilmesi gereken konu güç ve kudretin sınırlarının sadakatin sınırlarına çok benzediğidir. Üst makamlardakiler yönetimlerinde körü körüne sadakate dikkat etmelidirler. Ataması yapılacak kişinin her şeye olur demesi, körü körüne biat etmesine bakarak atamasının yapılması toplum vicdanını rahatsız edecek, başarısız bir yönetim organizasyonun oluşmasını sağlayacaktır. Bu nedenle hukuk, ahlak, vicdan ve toplumsal değerlere göre sadakatin de bir sınırı olması gerekmektedir.
- Yürütme erkinin güçlü ve başarılı olması, icraatlarının doğru ve yanlışlığını bağımsızca ve çekinmeden ifade edebilecek, makam ve mevki hırsını yenik düşmeyen, hatta deneyimli olması koşuluyla gençlerin dahi içinde bulunduğu bilge kişilerin oluşturduğu bir danışmanlar kurulu deniz feneri gibi yönetimin yolunu aydınlatabilecektir. Başarı ancak bu şekilde mümkündür. Bir lambanın ışığıyla, on lambanın ışığı hiç şüphesiz ki bir olmayacaktır.
Faydalı olması ümidiyle…
“Ey kardeş, inciyi sedefin içinde ara; mesleği meslek sahiplerinden iste” (Mesnevi, V/1055-1056, 2015: 650).
“İş, ehli olmayan kişilere verildiğinde, kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır.” (Buhârî, İlim, 2.)