İpekiş'te son süratle yenileme ve yeni yatırımlara başlamıştık. Tabii özellikle yatırım safhasını yaşamış, yatırımlarda çalışmış tecrübeli teknik insanları da işe almıştık. Bunlardan birisi de Ekrem Araz idi. Ekrem Araz, 1953 yıllarında Kore’de bulunmuş, savaşmıştı. Bu sebeple de sinirleri çok sağlam olmayan bir insandı.
Türkiye’de bir çok kimse Kore savaşı deyince Kunuri destanını ve Kunuri savaşlarını bilir, oysa en az Kunuri kadar ve hatta belki de daha kötü olan VEGAS tepeleri savaşları da vardır. Ekrem Araz, işte bu savaşlarda bulunmuş, dediğim gibi çok sinirli ve hemen patlayan bir adamdı. İstediğini yapmadığınız zaman hemen patlar ve bir daha susturmanız çok zor olurdu.
O zamanki Kore tugayı komutanlarını paylaşıyorum, ama Kore savaşlarını bütün okurlarımın araştırıp öğrenmesini tavsiye ediyorum.
Ben onu hemen çözmüştüm. Bana gelir, bir şeyler aldırmak veya yapmak için izin isterdi. Olmaz dediğim an, artık ben orada bir yetkili değildim onun için. Derhal konuşmaya başlar ve illa isteğinin yerine getirilmesi için konuşurdu da konuşurdu. O konuşma arasında (Yahu Ekrem bey, 3. Vegas savaşında Kuzeylilerin saldırısı) dediğim an, ne istek kalırdı ne de konuşma. Derhal Kore savaşı başlar, top mermilerinin yanınıza düştüğünde, makinelilerin, roketlerin havanların konuşmaya başladığında nasıl toprağın altına girmeye çalıştığınızı, ellerinizle bile toprağı kazmaya çalıştığınızı anlatmaya başlardı. Böylece bir krizi atlatırdık. Ha bu arada şunu da söyleyeyim, Kore savaşlarını çok ama çok iyi öğrenmiştim. Hem de yaşamış gibi.
Artık o sıralarda Çarşamba pazarında oturmaya başlamıştım. Ben tavla hastasıyım. İş bittikten sonra, tavla, bezik, 66, pişti, maça kızı veya benzeri oyunları hep birlikte oynardık. Oyun esnasında artık müdürlük yoktu. Bir tavla oyunu esnasında Ekrem bey, heyecanla leblebi yerine tavla zarlarını yemeye çalışmıştı ve dişi kırılmıştı.
Aldığımız makineler İtalyan, İspanyol, Alman veya İsviçre'de imal edilmiş tekstil makineleri idi. Tabii bu ülkelerden montörler geliyor ve montajlar aylarca sürebiliyordu. Bu montörler de bir müddet sonra İpekiş'teki aile havasına uyuyor ve bizim arkadaşlarımızla bir arada oluyorlar, hiç de ayrılmıyorlardı.
Bir bayram günü, sabah camiden çıkmış eve geliyorum. Bir baktım Alman montör önüme çıktı. Arkadaşlar nerede, niye kimse yok, kahveler niye kapalı diyordu. Güldüm ve kendisine Türkiyedeki dini bayramları anlatmıştım.
Montörlerden en iyi verimi alabilmek için gerekirse bizim arkadaşlarımızla bara, pavyona gitmelerine de müsaade ediyorduk. Tabii bu işin başında olanlar Ekrem bey ile Recep bey idi. Hafta arasında gelirler, montörü de öne sürerek pavyona gitmek isterlerdi. Ertesi gün geldiklerinde ceplerindeki bütün para bitmiş olarak gelirler ve avans isterlerdi.
Ne söylesem buna mani olamıyordum.
Bir gün, bu akşam ben de sizinle geleceğim dedim. Meşhur bir pavyona gittik. Benim yanımda rahat hareket edemiyorlar ya, bir tuzak kurmuşlar. Pavyonun sonradan ülke çapında meşhur olan genç şarkıcısını benim başıma sardılar. Bir de fotoğrafçı getirmişler. Benim fotoğraflarım çekildi. Çekildi ama onlar bilemiyorlar. Pavyonun 2 metre boyunda 150 kilo ağırlığındaki dev fedaisi, Bahar mahallesinden benim arkadaşlarımdan birisi.
Hemen ona işaret ettim. Film makinesindeki filmler alındı, yanımdaki şarkıcı da kolundan tutularak kaldırıldı ve ben korkunç bir aile faciasından kurtulmuş oldum.
O geceden sonra montör gezilerinden paraları bitmemiş olarak gelmeye başladılar. Makine montajları da çok daha kısa zamanda bitmeye başladı.
Bana gelince, eve gece 3-4 lerde gelince eşimin elinden zor kurtuldum.(!!!!!!!!!!!!!)
Ekrem ve Recep bey ile ahirete intikal etmiş tüm diğer çalışanlara Allahtan rahmet diliyorum.