70’li yaşlara geldik, ülkem ile ilgili bugünkü kadar hiç endişe duymadım.

Nereye baksam umutları zorluyor. 70, 80 ve 90’lı yıllarda insanlar daha mutlu, gelecek beklentileri daha olumluydu.

Hangi taraftan baksan, olumsuzluklar daha fazla. Bugün bazı açılardan değerlendirmeler yapmak istiyorum.

Kabotaj Bayramını kutladık. Görüntüye baktığımızda 3 tarafı denizlerle çevrilmiş bir ülke. Ülkeyi bilmeyen ülkenin konumuna baktığında, sanırım balığı bol bir ülke olarak bizi değerlendirebilir.

Gel gör ki, ülke insanı balığa hasret. Bütün kıyılardan Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı sorumlu. Özellikle kamuya ait limanlar ilgili bakanlık tarafından kiralanıyor.

Datça'da, liman devletten balıkçılar kooperatifi tarafından kiralanmış olup, kooperatifte tekne sahiplerine kiralıyor. Bu vesileyle balıkçılarla da tanış olduk. Geçen hafta basında barbunya balığının kilosunu 4.600 TL olduğunu okudum. Şaşırdım ve balıkçılara sordum bu fiyat niçin bu kadar pahalı. Balıkçılar, barbunyanın 150 m dipten avlandığını, 3 balıkçının bir günde en fazla 3 kg barbunya balığı tutabildiğini söylediler. O nedenle fiyatları normal olduğunu savundular.

Barbunya balığı böyle de diğer balıklar ucuz mu?

Avlanma disipline edilmezse sonuç bu olur. Datça'nın 18 mil uzağındaki Simi adasında iki korunaklı koy bulunmaktadır. Osmanlı donanması bu koylarda saklanıyormuş. Anılan koylarda balıklar akvaryumdaki gibi dolaşıyor. Adalarda Yunanlılar yumurtlama dönemlerinde 20 metrenin altına inmeyi yasaklamışlar ve sıkı kontrol ediyorlar. Bizde ise güya 40 m ama denetim ne yazık ki yok. Balık çok önemli bir gıda ama sadece varlıklılara hitap ediyor. Çok hüzün verici bir durum.

**

Bayram sonrası yandaşlar Kuzey Marmara Otobanındaki trafik yoğunluğunun fotoğraflarını paylaşarak “olmasaydı ne olurdu” şeklinde sosyal medyada paylaşımlar yapmışlar.

Düz bir mantıkla bakıldığında “evet doğru” denilebilir.

Ancak işin gerçeğini sorguladığımız da işin boyutunun bambaşka olduğu görülecektir.

Bugün İstanbul da oturan bir vatandaş, kısa süreliğine Ankara’ya gitmek durumunda kalsa, hızlı trenle mi, yoksa özel aracıyla mı gitmeyi tercih eder?

Eğer istediği saatte trende yer bulabiliyorsa doğal olarak treni tercih etmesi lazım.

Kara yollarına yapılan çok yüksek maliyetli yatırımların % 40 raylı sisteme dönüştürüle bilseydi o fotoğraflar da olmayabilirdi.

Avrupa'da ulaşımın büyük bir kısmı öyle sağlanıyor. Ama aynı batı bize raylı sistem için asla kredi vermiyor.

Ülkemizde 16 milyonun üzerinde otomobil var. Ayrıca milyonlarca diğer araç rayli sistem olsaydı olabilir miydi? Ve bizi böyle sömürebilirler miydi?

Laf la yerli milli olunmuyor. Özellikle yük taşımacılığına yönelik raylı sistem Cumhuriyet döneminden sonra tamamen ihmal edilmiştir.

Hızlı tren uygulaması da kaplumbağa hızıyla yapılmaya çalışılıyor.

**

Bir narenciye ülkesinde limonun kilosu 70 TL civarında oluyorsa, nedeninin kökü buna dayanıyor.

Çünkü, üreticiyi desteklemiyoruz. Geçen yıl Datça dönüşünde 20 kilogramlık limon torbalarını 50 TL ye satın aldığımızı hatırlıyorum. Yani kilogramı yaklaşık 2 ,5 TL gibi. Bu fiat toplama maliyetini bile karşılamadığından üretici malı toplamadı ve dallarında bıraktı. Dolayısıyla bu yıl rekolte düştü. Artı nakliye maliyetleri de bilince, limon oldu 70 TL. Çünkü bir kamyonun güneyden kuzeye gelmesinin akaryakıt (içinde % 42,5 ÖTV var) fiyatı, amortisman ve işçilik maliyetlerini eklediğinizde ortaya çıkan fiyat bu. Eğer raylı sitem olsaydı bu maliyetler % 70 daha ucuz olacaktı. Kilogramı 70 TL’den limonda hüzün verici.

**

Güncel konu futbola değinmeden de geçemeyeceğim. Takımımız çeyrek finalde elendi. Genelde hoca eleştiriliyor. Kısmen haklı da olabilirler. Ancak genele baktığımızda bence başarılı bir sonuç. Bu organizasyon 1958 yılında başlamış. Yani 66 yıl olmuş. Ülkemiz sadece 6 kez katılma başarısı göstermiş.

Katıldığımız 6 kez içinde bir kez çeyrek final, bir kez de yarı final oynamışız. Bu yıl da çeyrek final oynayarak bence başarılı olmuşuz. Çünkü 17 organizasyonda geçmişte 2 başarı var. Bu kez de üçüncü başarıyı sağlamışız. Ayrıca turnuvaya katılmadaki grup maçlarımızı lider olarak bitirdik. Ancak süreklilik sağlanır mı?

Futbolda en önemli başarımız 2002 Dünya Futbol Şampiyonası’ndaki üçüncülüğümüzdür. Bu turnuvadaki başarıda da UEFA kupasını kazanan Galatasaraylı futbolcuların takımdaki ağırlığı bir etken olmuştur. Kaldı ki 94 yıldan beri yapılan dünya şampiyonalarına, 1954 ve 2002 yıllarında olmak üzere sadece 2 kez katılabildik. Yani geçmişimizde hiç iyi değil.

O nedenle, Avrupa Şampiyonasında çeyrek final oynamış olmamızı bu genel duruma bakarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Sporda da genel duruma baktığımızda ayrı bir hüzün görünmektedir.

Bilmiyorum karamsar mıyım, ama hangi açıdan baksam içime hüzün çöküyor.