Kişiler veya firmalar olarak başarılı olup olmadığımızı, kendi durumumuza bakarak değerlendiriyoruz.

Örneğin, yıllık gelirimiz 100 birinden 130 birime çıktığında, % 30 gelir artışı yarattığımız için kendimizle övünüyoruz.

Aynı şekilde bir şirket cirosunu veya pazar payını belli bir oranda arttırmışsa, kendini başarılı kabul eder ve gurur duyar.

Oysa böylesi bir değerlendirme yanlış bir değerlendirmedir. Zira sen gelirlerini % 30 artırırken belki de Ali veya Veli % 50 artırmış olabilir.

Veya aynı şekilde, aynı sektörde başka bir firma gurur duyduğun oranın çok üzerinde ciro veya pazar payı sağlamış olabilir.

Başarılı olup olmamayı diğer kişi veya kurumlarla karşılaştırarak yapmak daha doğru bir sonucu ortaya koyar.

Bu durumu bir de dünya ile değerlendirildiğinde gerçek başarı veya başarısızlık ortaya çıkacaktır.

Son günlerde sayın Adnan Dalgakıranın “yüzleşme” kitabını okuyorum. Kitapta gerçekçi ve açık yüreklilikle eleştiriler, öneriler yer almaktadır.

Özellikle kurumsal firmaların başarılarının kriteri, uluslararası sektör karşılaştırmaları ile yapılırsa gerçekçi bir değerlendirme olacaktır.

Doğal olarak devletlerinde başarılı olup olmadığı, diğer devletlerle karşılaştırılması sonrası sağlıklı bir sonuca ulaşmak mümkündür.

Sayın hükümetimiz 20 yıldır bizlere başarı öyküleri anlatıyor. İhracatımız % 300 artmış, kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılatımız % 100 artmış vs.. Hikayeleri anlatılıyor.

Rakamlara baktığımızda söylenenler yanlış değil. Ama bu durumun başarı mı, değil mi olduğunu anlamak için dünyanın genel durumu ile kıyaslamak gerekmektedir.

Okuduğum kitapta verilen örnekte olduğu gibi, dünya 100 kişi olsun, toplam gelirin de 100 dolar olduğunu düşünelim. Türkiye'nin bu 100 dolarlık gelirden aldığı pay yıllarca sadece 0,7-1,3 dolar aralığından yukarıya çıkamamış.

Örneğin, 1984 yılında da alınan pay 0,7 dolar, 2019 yılında da yine 0,7 dolardır.

Yani 20 yıldır anlatılanlar tam bir kandırmaca. Türkiye'nin esasen bugün de dünyadan aldığı pastanın payı 1980’li yıllardan iç farkı yok.

2000 yılında ülkemizde kişi başına düşen yurtiçi hasıla 4.269 $ dir. Aynı yılda Estonya, Polonya, Litvanya gibi ülkelerin de kişi başı düşen kişi başı hasılatları bu düzeydeydi.

2020 yılına gelindiğinde, Estonya’nın kişi başı hasılatı 20,242 dolar, yani 5 kat artmış, polonya'nın4,6 kat, Litvanya Bulgaristan Çin gibi ülkelerin de 4-5 kat yurtiçi hasılatları artış olmuş.

Bizim işe 2020 yılındaki kişi başına düşen gayrisafi hasıla 8,165 dolar olup artış sadece bir kattır.

Evet bir büyüme var ama diğer ülkeler 4-5 kat büyürken biz sadece bir kat büyüyebilmişiz.

Dünya pastasından aldığımız pay ise, 1980’li yıllarındaki gibi iç artmamış. Yani sayın yazarın dediği gibi uzun yıllar hep patinaj yapmışız.

Neden 0,7-1,3 bandıra sıkışıp kaldık. Neden dünya tarım toplumundan endüstri toplumuna, sonradan da bilgi toplumuna geçerken biz aynı düzeyde başarılı olamamışız.

Bunun nedenlerini çözmek zorundayız. Gelecek nesillerimizi sorgulayan araştıran dünya ile yarışan kişiler olarak eğitmek zorundayız.

Bunun yolu da okullarda özgür düşünceyi ve bilimsel ufku açan matematik, fizik vesaire gibi derslerin yoğunluğunu artırmaktan geçecektir.

Aksi halde patinaj yapmaya devam ederiz.

Uçuyoruz, kaçıyoruz ve bizi kıskanıyorlar şeklindeki şöylemler ile kendimizi kandırmayalım.