1950‘li 1960‘lı yıllarda, o mahallelerde veya kenar mahallelerde okuyan insan çok azdı. Bütün anneler, babalar, çocuklarının okumasını isterdi. Zaten o çocuklar da pırıl pırıl ve çok çalışkan, zeki,, atak çocuklardı. Ama ne yazık ki ailenin bu çocukları okutacak gücü yoktu...
Ben, daha önce defalarca yazdığım, söylediğim gibi Bursa’nın demiryolu altı mahallelerinden birinde büyüdüm.
1950‘li 1960‘lı yıllarda, o mahallelerde veya kenar mahallelerde okuyan insan çok azdı. Bütün anneler, babalar, çocuklarının okumasını isterdi. Zaten o çocuklar da pırıl pırıl ve çok çalışkan, zeki,, atak çocuklardı. Ama ne yazık ki ailenin bu çocukları okutacak gücü yoktu.
Demiryolu altı veya Bursa’nın diğer kenar mahallelerinde oturanların büyük bir kısmı, göçmendi. Yurtdışından gelenler belki de evlad-ı fatihanın torunları idi. Ama o görkemli yıllar artık yoktu. Ellerindeki avuçlarındakini bir araya toplayarak, son güçleri ve son paralarını harcayarak anavatana gelmişlerdi.
Çocukları okutabilmek için para lazımdı. Dolayısıyla herkes çalışmak mecburiyetinde idi.
Okullarda da kitap parası, bilmem ne parası, vs vs vs. yi aile karşılayamayacak durumda idi. Ailede herkes el ele vererek çalışmak mecburiyetinde idi. Benim ailem gibi olanlarda ise, ana babalar veya ağabeyler, bu çocuk okuyacak, o zaman ona mani olmayalım okusun diyorlar ve okula gitmemiz için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Siz, okula giden şanslı çocuklardan biri iseniz, arkadaşlarınız, masuracılık, dokumacılık, dökümcülük, çıraklık, tornacı çıraklığı, mobilyacı çıraklığı yaparken okul kıyafeti ile okula devam ediyordunuz. Bütün mahalle de sizi gıpta ile izliyordu. Sizin ananız babanız da mahallede bu fedakarlığı gösteren, saygın kişilerden oluyorlardı.
Zaten bir mahallede, hele hele üniversiteye gidebilen ancak birkaç kişi olabiliyordu. O zamanlar burs, kredi, yardım gibi olaylar bilinmiyordu. Özellikle demiryolu altı veya kenar mahallelerde. Bugünkü gibi burslar ve sosyal yardımlar olsa idi, daha o zamanlar nice insanlar okurlar, memleket çok daha önceden kalkınma yoluna girerdi.
Geçenlerde bir arkadaşım da hayat hikayesini yazmış ve bir kitapçık halinde bastırmış. Meğer benim çektiğimi düşündüğüm, başıma gelenler hiç ama hiçbir şey imiş. Emin olun, arkadaşımın kitabını elime aldığım gün, gece 12,30 da falan bitirdiğimde ağlıyordum. Bizler bugünlere ne pahasına geldik, bir daha anladım.
Ben demiryolu altında, aşağıda resimlerini verdiğim sokakta büyüdüm. Hala o sokaklar bizim çocukluğumuzdaki gibi. Ancak, şimdi asfaltlı, elektrik gelmiş, telefon gelmiş, televizyon var. Var ama sokak girişi aynen şöyle.
Sokağa girdikten sonra, sokağın genel bir manzarasını alayım dedim.
Başta soldaki ev artık yıkılmış. Boş bir arsa. Sahipleri, bir kısmı mahalleyi terketmiş, yaşılar, sütanneler, teyzeler, amcalar vefat etmiş. Hane ıssız kalmış.
Hemen yanındaki küçücük ev, (bir zamanlar bana ne kadar büyük geliyordu), eşimin ailesinin evi. Kayınvalide, kayınpeder vefat ettikten sonra, sen aldın, ben aldın veya herhangi bir şekilde miras kavgası olmasın diye satıldı. Ama bugün satmaya kalksalar, hemen alırdık.
Sağdaki ev. Önünde çiçekler olan ev yani. Şaziye veya Gülten‘in evi. O da tekbaşına kalmış, ama çiçeklerini ihmal etmiyor. Meğer o ev de ne kadar küçücükmüş, şimdi farkına varıyorum.
Gördüğünüz gibi daracık bir sokak. Ama o sokakta ne anılar var biliyor musunuz?
Bir zamanlar böyle boş, dar ve karanlık bir sokak değildi. Cıvıl cıvıl çocukların koşuştuğu, kızların da oynadığı bir sokaktı. Hey gidi günler hey.
Bu resimleri gören kızım ve oğlum da aynı ifadeleri kullandılar. Onlar da çocukluk ve gençliklerinde, anneanneler, babaanneler, dedelerle ve kardeş çocukları ile burada buluşuyorlardı.
Mesela, benim annemin evinde hemen hemen her Pazar kara balık alınır ve pişerdi. Bursanın en büyük ve en ucuz pazarı, eski demiryolunda kurulan Pazar pazarı idi.
Bakın sokaktan bir başka manzara daha. Benim babamın evi de buradaki ilk evden sonra gelen üçüncü evdi. Bizim evimiz de o küçük ve alçak evlerden biri idi. Yine biz de annem ve babamın vefatından sonra bir miras kavgası olmasın diye evi satmıştık. Hem de yan komşuya.
O komşumuz meraklı bir çocuktu. Bizim evi yıkarak 3 katlı bir ev haline getirmişti. Ev satıldıktan sonra birkaç cenaze dışında bugüne kadar mahalleye hiç gitmemiştim. İçimden gitmek gelmiyordu ki. O eski anıları kaldırabilecekmiydim diye düşünüyordum. Demek gitmek mümkünmüş. Şimdi anladım.
Tabii mahalle ile ilgimizi hiç kesmedik. Özellikle her yıl muhtarlarla iş birliği yaparak elimizden geleni yapmaya devam ettik.
Sokağımızın girişinin sol tarafının ve yıkılmış evin yeni bir manzarası da bu. Ama dikkat ediyor musunuz? Yıkık ev bile olsa, insanlarımız çiçeklerden vazgeçmiyor.
Bu yukarıda gördüğünüz ev de eşimin ailesinin evi idi.
Aşağıdaki resimde sağda gördüğünüz kahverengi ev, bizim ailemizin evinin yerine yapılan ev. Yine sokaktan bir manzara. Görüldüğü gibi, sokağımızda araba sahibi olanlar da var. Sokak dar, eski ama arabalar yeni.
Bugünlük bu kadar nostalji yeter diye düşünüyorum. Neredesiniz ey arkadaşlar, Sabri, Şaban, Hilmi, Mecit, Hüseyin, ve vefat etmiş olanlar. Selam size.
LifeBursa | Cevdet AKÇAKOCA