Dünya Sağlık Örgütü tarafından 12 Mart 2020 tarihinde 'Pandemi' olarak duyurulan ve ülkemizde de etkilerini gösteren Covid-l9 salgını kapsamında bir süredir idare tarafından alınan önlemlere halkımızın uyum sağlamaya çalıştığına tanık olmaktayız. Maalesef bu çerçevede ne kadar başarılı olunduğu konusu tartışmalıdır.
 

Coronavirüs (Covid-19) salgını toplumu derinden etkileyerek, dünya üzerinde yine yeni bir yaşam biçiminin şekil ve şartlarının iyileştirilmesine vesile olmuştur. Bu vesile ile hükümet eden idare birçok mali ve idari tedbirleri hayata geçirerek, zarar yükünü en aza indirilmesine çalışmaktadır.
İnsanlar bu gibi kaotik zamanlarda içlerine yani kendi korkularına yürürler. Bu durum oldukça doğal ve de insanidir. En muteber hak olan yaşamak normu üzerine kaygılarını dile getirirler.

Öyle ki gelecekleri hakkında öngörüsü olmayan insanların gölgeleri tabi olarak büyür. Bir bakıma üst başlıklar olarak doğaüstü olaylar, güvenlik ve sağlık endişesi insanın üstesinden gelemediği her güç karşısında, kadercilik hizasında saf tutmasına neden olmuştur.

Dolayısıyla izah edilemeyen ve önleyici tedbirlerin alınamadığı bu olağan dışı durumlar insanın tür olarak da her halükarda korku ile dizayn edildiğine işaret etmektedir. Bu defa korku; güvenlik adı altında her yerde küresel niteliklere bürünerek ortak biçimsellikte ve hissettirilmeden rejimlerin insanları kontrol etmesi hak ve salahiyetinin mührü olmuştur.

DÜNYA EKSENİNDE YALPALIYOR

Öyle ki toplumlar, dünyanın 2019’u geride bırakarak 2020 yılına girdiği yeni yaşında bilindiği üzere çok çeşitli ve büyük sorunlarla uğraşmakta idi. Bir nevi Milattan Sonra 2020’nci yaşına girdiğinden bu yana seller, depremler, yangınlar, insani krizler, toprak ilhak planları, küresel eylem veya protesto hareketlerinin tamamı arka planda kaldı. Bunun en önemli sebebi ise dünyamızın bahse konu olan salgının etkisinde kalarak, küresel krizin tetikçisi olarak gündeme oturmasıdır.

Artık gündem her halükarda Coronavirüs olarak tüm dikkatlerin çekildiği bir salgının maddi ve manevi öne çıkan gelişmelerinden ibarettir.

Ülkeler lokal olarak aldıkları tedbirler çerçevesinde kapalı ekonomiye geçiş yapmak zorunda kalacakları tasarruflardan, seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması ve bir çok önlem silsilesinde bu Pandemi belasından kurtulabilme yollarını aşındırmaktadırlar.

'EVDE HAYAT VAR'
Küresel dünya ile beraber Ülkemiz de gerekli çalışmaları ciddiyetin farkındalığında Devletimizin en üst kademesinden başlayarak tüm kanallarında sağlıklı biçimde yürütmektedir.

Elbette ortada büyük bir sorun olarak kabul edilen salgın hakkında alınan tedbirler her bir kesimi yakından ilgilendirerek, ekonomik ve mali disiplin üzerinde büyük etkilere sebep olmuş; sürecin devam etmesi münasebetiyle negatif seyir artarak geleceğimizi tehlikeye sokmuştur.

Tüm toplumlar eş zamanlı olarak “Evde Hayat Var” sloganıyla evlere hapsolmuş ve hayatı eve sığdırmamız gerektiğinin altı çizilmiştir. Verilmek istenen mesajın yerini bulduğu gibi, tersine hareket edenlerin bunu canı pahasına yapmamaları istenmiştir.

Covit-19, dış dünya ile temassız ve gerektiğinde sosyal mesafe diye tabir edilen mesafeli yaklaşımlar çerçevesinde malum mücbir sebep veya direk genelgelerle günlük yaşamı yavaşlatarak yaşam hakkının ev hali ile sınırlanmasına neden olmuştur.

Bundan dolayı hükümet eden güç; bir dizi tedbirler çerçevesinde insanları sokağa çıkma yasağı da dahil salgına karşı koruma tedbirlerini yürürlüğe koymuştur.

Devletimize güvenerek, bilhassa, Devletimizin yanında olmalıyız.”

Bu tedbirlerden biri de, 65 Yaş ve Üstü ile Kronik Rahatsızlığı Olanlara Sokağa Çıkma Yasağı Genelgesi ‘nin yayınlanmış olmasıdır. 21 Mart saat 24.00’den sonra ikametlerinden dışarı çıkmaları, açık alanlarda, parklarda dolaşmaları ve toplu ulaşım araçları ile seyahat etmeleri sınırlandırılarak sokağa çıkmaları yasaklandı.

Türkiye genelinde bu yasağa uymayanlara 3 bin 150 TL para cezası uygulanmaktadır. Yasak; Türk Ceza Kanunu’nun 195'inci maddesinde yer alan “Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi, 2 aydan 1 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” ibaresine dayanıyor.

İçişleri Bakanlığı’ nın bu genelgesinde yer alan 65 yaş ve üzeri kamu görevlileri, belediye başkanları, sağlık çalışanları ve eczacılar sokağa çıkma yasağı kapsamından çıkarılmıştır.

09.04.2020 Tarihinde ise
Özel Gereksinimi Olan Çocuk ve Gençler Genelgesi ile sokağa çıkma yasağı kapsamını genişletmiştir.

Ancak, 20 yaş altı uygulanan yasak Covit-19 tehlikesinin genelde belirli yaşın üzerindekilerde fazlaca kendini göstermesi açısından o kadar göze batmamış, projeksiyon çevrilmesine gerek duyulmamıştır. Bu grupta çalışarak evine ekmek götürmek zorunda olanlar çalışma belgesi karşılığında izinli kabul edilmekle beraber, diğer çocuk ve gençlerin sıkıntılı durumları yani oyun, park vs. sorunları istisna olarak kabul edilmiş kanaatindeyim.

 

YAŞ AYRIMCILIĞI (AGEISM)

Covid-19 biz dünyalılara daha öğreneceğimiz çok şeyin var olduğunu gösterdi. Şimdi hemen itirazları duyar gibiyim. Ancak sizlerin bakış açısı ile bakmak yerine ters bakış açısında farkındalık alanlarını askıya almak istiyorum. Öğrenmemiz gereken en önemli unsur ise dünyada toplumların birbirlerini henüz tanımadığı olmalıdır. İşte bu Pandemi salgını bize bireye doğru olan yolculuğumuzun aslında tüm kalabalıklar ile mümkün olacağını göstermiştir. Bu salgını def etmek havaslar ile avamlar arasında bir mücadele değildir. Topyekün dünya insanlarının mücadelesidir. Zengin ulus, fakir ulus kavramlarının aslında ne kadar boş birer sınır çizgilerinden ibaret olduğu apaçık ortadadır. Salgın sonrası tek bir dünya devleti konuşmalarının az da olsa yapılabilmesi manidardır. Kapalı ekonomilere geçiş varyasyonları, seyahat özgürlüklerinin kısmen kısıtlanması, gıda alışkanlığının değişmesi, sosyal mesafe kültürünün yerleşmesi, doğru bildiğimiz yanlışların bu kertede yok edilmesi ve doğrularının öğrenilmesi, el ve ev becerilerinin yine yeniden kazanılması, aile figürünün tekrar aynalanması gibi birçok yeni alışkanlıklara yelken açacağımız kesindir.

Sorgulama yapılması gereken o zaman, bu zamansa eğer, sormak isterim; kim kendi içlerine doğru bir yolculuğa çıkar?

Saf ve temiz insani varlığımızla sağlam mefkûremizi kendi kendimize terazi edelim. Bir bakalım oturduğumuz yerlerden kalkarak kendi yolculuğumuza.

Aynaya bakalım lütfen.


Ne görüyoruz? Görmüş olduğumuz Tanrı’nın bizi yarattığı hali değil midir?

O halde bizler gelmiş olduğumuz bu dünyanın nefes alma hürriyetine sahip eşitleriysek, yaşam hakkımızı hiçbir şey düşünmeden ve beklemeden yaşamalıyız. Yaşama hakkımız var olduğundan hayata inat yaşamalıyız.

Fakat insanın her istediğinin mümkün olmadığı gibi bir anı da bir anına uymaz. Temel hak ve özgürlükler elimizden bazen cebren gidebilir. Tıpkı 65 yaş üzeri insanlarımızın salgına karşı daha dirençsiz olmalarını kabul ederek sokağa çıkma yasağına uymalarını istememiz gibi. Bu uygulama yaşlılarımıza yani toplumun hafıza kartlarına, bilge insanlarına virüs tehlikesinden korumak iyi niyeti ile yapıldığı varsayılırken aslında bir taraftan da “yaş ayrımcılığına” çanak tutuğumuzun farkında değiliz. Kaş yapayım derken çıkardığımız gözün farkında değiliz.

Yaş ayrımcılığı; çok özet tanımı ile kişi ve grupların yaşlarından ötürü dışlanmasıdır. Genç ve yaşlıları içine alan önemli toplumsal etkisinin varlığı da yaşçılık denilen bu kavramı daha bir gizemli hale getiriyor.
Bu tanıma genişlik verebiliriz. Mesela Dijital yaş ayrımcılığı, ırkçılık, siyaset, Brexit gibi.

Bunların en dışında blok olarak görülmeyen bir mücadele türünde yer alan sokakta kalmış yaşlılar, emekli maaşıyla geçinemediği veya sosyal bir güvenliği olmadığı için 65 yaşın üzerinde olmasına karşın çalışmak zorunda olanları da bu sınırlandırma kapsamında görmek mümkündür.

Karamsar bir tablo çizdiğimin farkındalığında şunu bilmenizi isterim ki, yavaş şehirlerin yarattığı huzur evi sükûneti kıvamında, yaş almış insanları uzaklaştırmak üzerine odaklanıyoruz.

Şimdiye kadar ortada olan ve fakat kimsenin sahip çıkmadığı yaş ayrımcılığı, hayatımızın içinde ve devamlı olarak onunla yaşayarak alışmaya çalışıyoruz. Yaş almış bu bilge insanlar çok değil daha yarım asır önce aslında daha da hızlı olan hayat standartlarını pek de alışık olmadıkları dijital devrim diye tabir ettiğimiz günümüzde albümleştirerek rafa kaldırmak zorunda kaldılar. Toplumun hafıza kartları olan bildiğim bu yaşlı bilgelerin uyum sorunları mı var? Elbette var. Evet.

Ve fakat devşirerek boyutu geçenlerin böyle bir sorunları yoktur. Öğrenerek zamana kafa tutup, o zamanı harcamaya devam etmektedirler; zaman onları harcamadan. Yaşçılık onları teğet geçmekte.


"KURBANI SUÇLAMA" TEHLİKESİ

Covid-19 salgını tedbirleri çerçevesinde ele aldığımız vakit, yaşa bağlı olarak ayrımcılığı ileri sürmemeliyiz. Ya yoksa bu salgının faturasını, bir takım istatistiksel sonuçlara bağlamamız başka bir kırımı doğuracaktır. Nedir o peki? Anlamaya çalışalım…

Salgında ölenlerin büyük çoğunluğunun yaşlılardan oluştuğu algısı verilmeye çalışıldı. Burada zımni olarak “kurbanı suçlama” boyutuna giriyoruz belki. Fakat her dışarda gördüğümüz aslında canı sıkılıp gezen, dolaşan, kahve kültüründe yahut cami avlusunda veya evlatlarına, torunlarına eşlik edenler değildi. Türkiye gerçeğinde asıl üzerinde düşünülmesi gereken ülke olarak bizim sosyal sistem ve yaşlı algısını halletmemiz gerekir. Ekonomik olan bu sistem sorunsalında geçinemeyen yaşlılar gün be gün yoksullaşarak ekmek kavgasına düştüklerini çok iyi bilmekteler. Hatta evlatları ve torunları ile yaşam mücadelesi verirken dinlenmeleri gereken yaşlarında hala çalıştıklarına tanık oluyoruz.

Bugünlerin bize göstermiş olduğu bir algı daha var ki, yaşlı insanların sanki evde kalması gereken, tabirimi mazur görün ölümü bekleyen işe yaramaz insanların çalışmaması söylemi, nefret ve öfkenin ayrımcılığa dönüşme riski tehlikeli ve sakıncalıdır.

Bu insanları çalışan listesinden silmeye kalkmak olmaz. Çalışmazsa emekli maaşının giderlerine yetmeyeceği ortada iken sokağa çıkarmamak konunun ruhu ile çelişmektedir. Kurbanı suçlamadan evvel her örgütlü toplumun yapması gereken faziletle, kendi üyelerine sahip çıkarak, sosyal anlamda yani, her türlü olağan veya olağanüstü zamanlarda o yaşlanmış üyelerine vefa borcunu ödemeleri gerekmektedir.
 

SOSYAL DAYANIŞMA AĞLARI OLUŞTURMALIYIZ

Sivil toplum örgütleri aracılığı ile ki, devletin oluru ve izni dahilinde devletle el ele vererek toplumun her kesimine yurdun her kıyı, köşesine ve de dört bir tarafına ulaşarak ihtiyaçların dayanışma ruhunda halli esastır.

Meseleyi biraz daha içselleştirerek devam etmek istiyorum. Şahsım olarak otuz yedi yıldır bu meslek ile hem hal olduğumdan kendimi ait hissettiğim Mali İdare sistemi üzerinden ilerlemek istiyorum. Mesleğimle alakalı Serbest Muhasebeci Mali Müşavir Odaları, Yeminli Mali Müşavir Odaları ve elbette üst birliğimiz olan TÜRKİYE SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLER VE YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER ODALARI BİRLİĞ
İ(TÜRMOB) bünyelerinde, herhangi bir olağanüstü durumda organize olabilecek bir üst kadro ve pratiği yerine getirebilecek lokasyona göre değişebilir 10 - 20 kişiden oluşan timler kurabilirler.

Peki, bu düşünce Sivil Toplum Kuruluşlarının seçim arifesinde taraftarlarına sunduğu ve bu sebeple göstermelik oluşturdukları komitelerinin ötesine geçebildi mi?

Hayır dediğinizi duyar gibiyim. Bence de hayır. Çünkü bu Pandemi salgınında da gördük ki, koca koca odalarımız ihtiyaç sahibi olanlar karşısında ve yaşlı üstatlarımızın çığlıklarını duymamış ve büyük çoğunlukta bir şey yapamamışlardır.
Hak teslimiyeti açısından bazı odalar ve temsilciliklerin yaptıklarını ve yardımlarını da ifade ederek minnetlerimi sunuyorum.

TÜRMOB ‘un Elazığ Depreminde göstermiş olduğu performans, Covit-19 Pandemi salgınında biraz sönük kalmıştır. Değerli Başkan Sayın Emre Kartaloğlu sürekli medya ve sosyal ağ vasıtasıyla mesajlar vermiş ve bilgilendirmeler yapmıştır. Bu aydınlatmalar belki yetmez ama, “evet” olması gereken de örgütlenmenin ön görülerek yapılmadığı hazırlıksız bir zamanda, ancak bu kadar olabilirdi.
Bilmediğim ve göremediğim başkaca bir çaba ve gayret varsa kendilerine ve TÜRMOB Yönetim Kurulu ‘na teşekkürlerimi borç bilirim. Ki bilgilendirme eksikliğini de saklı tutuyorum.

Birliğimizin olağan ve olağanüstü zamanlarda meslektaşlarımızın lehine sosyalitesi yüksek bir kurum olarak parlamasını ve yine odalar eliyle meslek insanına değer verdiğini gösterir işaretleri uygulamaya almasını özellikle yıllardır bekliyoruz.
Üst Birliğimiz TÜRMOB gözetiminde odalarımızca kurulmuş SOSYAL DESTEK GRUPLARI olmuş olsaydı özellikle 65 yaş ve üstü ile kronik rahatsızlığı olan meslek insanlarının mağdur olmaması; temel ihtiyaçlarını karşılamak için veya halli gereken işlerinin devamlılığı, sonlandırılması yani kısaca yardım edebilme kanallarımızla gereken her ne ise yapılabilecekti.

Haksızlık etmemek adına bu Sosyal Destek Grubu / Komitesi hiç mi yok? Diye haklı bir serzenişe kapılabilirsiniz. Var elbet…

İyi niyetle ve kalbi olarak çalıştıklarına canı gönülden inanıyorum. Ve fakat hem koordinasyon eksikliği var hem de Covid-19 gibi, öngörülemeyen virüs salgınına mizah olabilecek vaziyetler, ağlanacak halimize güldürüyor açıkçası.
Merak ettiniz ise hemen yazayım. Bir odanın böyle bir alt komitesi mevcut. Evet, bu normal. Normal olmayan ise üst yöneticilerinin 65 yaşın üzerinde olması. Zaten birkaç kişi olan bu komite yine de elinden geleni yapmaya çalışırken, yetmediği aşikardır. O kadar çok iş yükü ile boğuşurken, iş ve angaryaların serhoşu olduğumuz bu zamanlarda işlerini bırakarak yardıma koşamıyorlar. Yardıma koşacakların sayısı iki; diğerleri 65 yaş üzeri. Haa onların sayısı da iki.

Sokağa çıkma yasağı ile beraber bu 65 yaş ve üzeri olan yahut kronik rahatsızlığı olan üstatlar, yaklaşık 40 gündür evlerinde bulunmaktalar. Bunun da birtakım çıkarımları iyi veya kötü anlamda ki, genelde pek de iyi olmayacağı gün gibi ortada- olacaktır. Yasağın sonunda karşımızda olabilecek sonuçlardan birkaçını saymaya çalışayım. Yaşla beraber daha sık görülen “psiko-sosyal yaşam ve kuşaklar arasında bir tezatlık, yaşlı yoksulluğu, aktif yaşlanmanın”(10.Kalkınma Planı-2014-2018) farkındalığı gibi. An itibari ile sokağa çıkma yasağı uygulaması çerçevesinde evinde genel olarak hareketsiz kalan bu insanların neler yaşadıklarını hiç sorguladınız mı?
Ben yazıyı kaleme almadan evvel ve yazarken onlarca görüşmem oldu ki, başım ağrıyarak telefonu uçak moduna aldığımı bilirim. Birkaçı şöyle;
Rahatsızlığı olanların tedavi görememeleri -ki, bu durumda korku algısı çok yüksek- tek başına yaşayanların bakımları, yeme, içme sorunları, ev hali bile olsa sosyal mesafe sorunu yüzünden evladını veya torunlarını görememe, her ne kadar iyiliklerine olduğu bilinse de hem eve hem de içlerine kapanarak gördükleri toplumsal bir baskılama huzursuzluğu vs. vs.
Evinde yürüyüş parkuru yaparak(!) kendince salon-masa etrafı-yatak odası gidiş dönüş 25 adımdan 50 adım olan da var 64 adım olan da. Apartmanın veya evinin bahçesi varsa küçük bir alanda volta atan da… Evinde bilgisayarı olmayanın çektiği zorluk da, dışardaki komşunun muhasebecisine veya yeminlisine iş kaptırma korkusuyla taviz veren de. Yanındaki çalışanın bunu fırsata çevirmesini üzüntü ile anlatana ne demeli. Ofisine gidemeyen bu meslek insanının yerinde kimse olmak istemez sanırım.

Biz olduğumuz vakit hiçbir şeyden kaygı duymadan olağanüstü zamanların üstesinden gelebiliriz, beklenilmeyen anda gelen bu mücbir sebeplerin en azından sonrasındaki tedbirleri önceden öngörebiliriz. Birbirimize derman olabiliriz.
Tıpkı şimdilerde yapamadığımız, yapmayı bile düşünemediğimiz durumdan ders alarak bu bilge yaşlıların, odaları ile mutlaka bir köprü kurmaları, ihtiyaçlarını sağlamak için en yakın market ve kuryelerle görüşerek gerekli desteğin verilebilmesinin sağlanması, hatta aile fertleriyle, komşularıyla, destek aldıkları kişilerle iletişim kuracakları bir acil eylem planı yapmanın ne kadar önemli olduğu bilincinde, gerekli çalışmalar için TÜRMOB ‘un harekete geçmesi elzemdir.

Neyse. Sanıyorum biraz duygusal boyuta geçtik. Tekrar ana konumuza dönerek, naçizane buradan meslek insanlarımıza bir güler yüz ve tatlı dille “merhaba” diyecek SOSYAL DESTEK GRUPLARININ kurulmasını, kurulmuşsa da aktif olarak çalıştırılmasını diliyorum ve istiyorum. Cenazesi olana taziye, doğum yaparak bir can dünyaya getirene de merhaba diyerek kutlamak insanidir ve çok da onore eder.

Bu süreçte kesinlikle suçlayıcı bir dille değil, dayanışma ruhu içinde güçlenerek, ayrımcılık ve ötekileştirmeden(özellikle bu kelimeyi seçtim) TÜRMOB ve Odalarımızın etkin bir şekilde ulaşabildiği kadar hayatlara değmesini sağlamaya çalışalım.


MESLEĞİMİZİ SEVİYORUZ. MESLEĞİMİZ VE GELECEK ESENLİK GÜNLERİMİZ İÇİN TÜRMOB ‘UN YANINDAYIZ.

Ayrımcılık ve ötekileştirme lafzını özellikle geçmemin sebebi ise, hala SMMM ve YMM unvan azizliği yapan üstünler var.
Yazık. Meczuplar ne doyduğunu bilir ne de yaşamasındaki anlam ve manayı. Salgın öğretti ki, herkes bir ve eşit;
bir nefes alıyorsun ve fakat o da senin değil, bırakman lazım. Nefesin de sahibi var!


Sonuç olarak;

Ülkemizde uygulanmakta olan yaşlı nüfusa sokağa çıkma yasağı süreci devam etmektedir. En kısa zamanda Pandemi salgının yani Covid-19 vakasının bizleri terk etmeyeceğini görüyor ve onunla yaşıyoruz. Dolayısıyla bu salgın vakasını takip eden erkin bahsini etmeye çalıştığım sebeplerden dolayı insicamı bozmadan hiç değilse birkaç saatlik yürüyüş yapılabilecek iznin verilmesi, yaş ayrımcılığının yapılmaması, kurbanın suçlanmaması, etiketleyici söylemlerin yapılmaması çok önemlidir.
Bizlerin bu bilge üstatlarımıza ihtiyacımız var.
Bir an tersini düşünelim…
İnanın, kötücül yaklaşımlar hukuki metinlerden daha büyük sonuçlar doğurabilir.

" Vicdan, insanın içindeki Tanrı 'dır. " (Victor Hugo)


Saygılarımla.30.04.2020


Selahattin İPEK
Sorumlu Denetçi
[email protected]


Kaynak: www.bdTurkey.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)