Tarım sektörü ve gıda güvenliği bütün ülkeler için stratejik bir konudur. Çünkü devletin temel görevlerinden biri vatandaşlarının beslenme ihtiyacını karşılamaktır. Bu nedenle dünyada açlığa ve yoksulluğa son vermek, Birleşmiş Milletler’in de sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin başında gelir. Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası da bu amaçla oluşturulmuştur. Bu nedenle, akıl, bilim ve vicdanla yönetilen hiçbir ülkelerde, bizim gibi tarım sektörü ve gıda güvenliği serbest piyasa ekonomisinin neoliberal insafına terk edilmemiştir.

İTHALAT VE YASAKLARLA TARIM TERBİYE EDİLİYOR

Bütün söylemlere rağmen tarımdaki gerçekler; Türkiye’de tarımsal potansiyelimize ilişkin kamunun elinde gerçekçi verilerin, analizlerin, bilimsel çalışmaların, talep tahminlerinin, arz planlamasının, uzun vadeli bir plan, strateji veya politika setinin bulunmadığını gösteriyor. 

Cumhuriyet döneminde kurulan Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu, Yem Sanayi AŞ, Et ve Balık Kurumu, Şeker Fabrikaları AŞ ve TEKEL gibi işletmeler özelleştirildi. Bu işletmelerin, tarımda kendi alanlarıyla ilgili arz ve talebi regüle etme kapasiteleri vardı, bunu kaybettik. 

Serbest piyasamızda neler oluyor? Daha önce yem fiyatları yükselince çiftçilerin süt üretiminden zarar etmeleri nedeniyle damızlık hayvanlarını kestirmeleri ile birlikte süt ve et piyasasında oluşan fiyat istikrarsızlığını yaşamıştık. O zaman da ithalatçılara kazanç kapısı açılmıştı.

Geçen sene Ukrayna’dan gelen ithal hububat silolarda dolup taşınca bu yıl Toprak Mahsulleri Ofisi, neredeyse geçen senenin fiyatıyla ve maliyetin altında buğday ve arpa alım fiyatları açıkladı ve buğday üreticisi büyük zarara uğradı.

Bu sene de kanatlı (beyaz) et fiyatları içeride yükseldi diye, kanatlı etin ihracatına yasak getirildi. Örnekleri artırabiliriz. Tabii bu arada kaybettiğimiz dış pazarları başka ülkeler doldurduğu için bir daha aynı ihracat hacmini yakalamamız da mümkün görünmüyor.

GİRDİ MALİYETLERİ, DESTEKLER VE TARIMDA VERİMLİLİK 

Tarımda girdi maliyetleri önemli oranda ithalata bağımlı ve fiyatları sürekli artıyor. Tarımsal destekler yetersiz, bazı ürünlerin tarlada teslim fiyatları, maliyetlerini bile karşılamıyor. Bazı durumlarda ise üreticiler ürünlerine alıcı dahi bulamıyor. Dolayısıyla çiftçi zarar ettiği için tarlasını ekemez ve üretemez hale gelmiş durumda. Gençler artık çiftçilik yapmıyor. Bıçak kemiğe dayandı diyen çiftçilerin her gün yeni bir eylemini basından takip ediyoruz. 

Tarım sektörünü ithalatın yıkıcılığından korumak, sübvansiyon, finansman, makine ve dijital teknoloji desteği vermek için gerekli durumlarda kamunun devreye girmesi kaçınılmaz görünüyor. Tarım Kanunu’nun 21’inci maddesinde her yıl en az gayri safi milli hasılanın yüzde biri tarımsal destekleme programlarına verilir dese de bu hüküm hiçbir zaman tam olarak uygulanmadı.

ÜRETİCİ ZARAR EDERKEN VATANDAŞ SATIN ALAMIYOR

Türk-İş, temmuz ayında on iki aylık gıda enflasyonunu yüzde 64.99 olarak hesapladığını açıkladı. Bunun anlamı, bir yandan çiftçiler zarar ederken diğer yandan yurttaşlar gıda ürünlerini ucuza tüketemiyorlar demektir. Tarım ürünleri, kırsaldan tüketicinin sofrasına ulaşıncaya kadar; yüksek işçilik ve nakliye bedelleri (yol ve köprü müteahhitlerinin ücretleri dahil) yüksek belirlenen kabzımal ve market kazançları da eklenince fiyatları katlanıyor. 

Temmuz ayında dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması tutarı olan açlık sınırı 19 bin 234 lira ile 17 bin 2 liralık asgari ücretin üstünde bulunuyor. Bu durumda Türkiye’de işçilerden, emeklilerden ve işsizlerden oluşan önemli bir nüfusun ciddi bir gıda güvenliği sorunu olduğu ortaya çıkıyor. 

Seyretmekle ya da yasaklar koymakla tarımda sorunlar çözülmüyor. Sektörü ithalatçılar için kazanç kapısı yaptığımız yetmemiş gibi şimdi de yapılan yönetmelik değişikliği ile iki yıl üst üste ekilmeyen tarlaların Tarım Bakanlığı marifetiyle başkalarına kiraya verilebileceği düzenlemesi getirildi. Birinci olarak bu düzenleme en temel hak olan mülkiyet hakkına aykırıdır. İkinci olarak tarım alanlarının yine birilerine peşkeş çekilmek istendiği anlaşılıyor. Bu iktidarın sektördeki tercihi sürekli ya ithalatçıdan yana ya da büyük sermayeden yana oluyor.

Cumhuriyet | İrfan Hüseyin YILDIZ