Çünkü, yaşanan durum ortalama 7-8 yılda bir yaşadığımız önceki ekonomik krizlerden oldukça farklı.  Önceki krizlerde  ekonomik bozulma en son reel sektöre yansırken, şu anki durumda tam tersine sorunlar reel sektörde başladı ve diğer sektörlere sıçramaya çalışıyor.

Reel sektörün ciddi anlamda yüksek döviz borcu ve yapısal diğer sorunları var. 2018 yılının ikinci altı ayında başlayan yüksek kur hareketleri ve ortaya çıkan kur farklarının maliyetlere yansıtılması, iç talepte büyük bir çöküşe, ciddi talep daralmasına yol açtı.

Maliyet kalemleri arttı. Ekonomik faaliyetler lokomotif sektör olan inşaat başta olmak üzere bir çok sektörde bıçak gibi kesildi. Tüketici güven endeksi ve satın alma gücü düştü, hatta dip yaptı. Tüketiciler harcama eğilimlerini erteledi. Tüketicilerin sadece bugünkü gelirinde değil, gelecek gelir beklentisinde de ciddi erezyon oluştu. Bunu resmi kurumlar tarafından yayınlanan verilere bakarak kolayca anlayabiliyoruz. Bazı ekonomistler bu durumu stagflasyon, bazıları da slumpflasyon olarak tanımlıyor.

Hükümet bu olumsuzlukların önüne geçmek amacıyla ilk olarak tüketicilerin ve özel sektörün harcamalarını canlandırmak ve gerekli güveni sağlamak için ciddi adımlar attı ve atıyor. Vergi indirimleri, harcamalarda kredi kartlarına taksitlendirme olanaklarının artırılması, KGF destekli krediler bunlardan bazıları.

Peki, bunlar yeterli mi? Tabi ki, hayır! Reel sektöre ve ülke ekonomisine yönelik bazı önlemlerin alınması ve yeni bazı düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Daha önce uygulanmış ve başarılı sonuçlar alınmış olanlar önceliklendirilmek suretiyle, reel sektör ve ülke ekonomisi açısından bazı düzenlemelerin acilen yapılması gerekiyor. Bunlardan bazılarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:


1) Yurtiçi ve Yurt Dışı Varlık Barışı Düzenlemesi, Vakit Geçirilmeden Yeniden Getirilmeli:

Varlık barışı, çok önemli bir konu. Çünkü, hemen her ülke öncelikle kendi vatandaşlarının olmak üzere diğer ülke vatandaşlarının başka ülkelerde bulunan paralarını kendilerine getirmek istiyor. Bizim de Ülke olarak öncelikli hedefimiz, vatandaşlarımızın yurt dışında bulunan paralarının Varlık Barışı kapsamında Türkiye'ye getirilmesi. Ülkemiz varlık barışı uygulamasını birkaç kez denedi, en son 7143 sayılı Kanunla düzenlenen hariç diğerlerinden oldukça başarılı sonuçlar elde etti.

7143 sayılı Kanunda düzenlenen varlık barışı uygulamasının beklenen başarıyı sağlayamamasının nedeni; vergili olması (% 2) ve vergi dışında kambiyo ve gümrük mevzuatları yönünden gerekli güvencelerin verilmemesidir. Ayrıca, yurt dışı varlık barışı ile yurtiçi varlık barışı uygulamasının kapsamının farklı olması, yurt dışı varlık barışından Türkiye’de vergi mükellefiyetine bakılmaksızın yerli ve yabancı gerçek ve tüzel kişilerin tamamı yararlanabilirken, yurt içi varlık barışından sadece vergi mükellefi gerçek veya tüzel kişilerin yararlanmaları da varlık barışı uygulamasının başarısını olumsuz yönde etkilemiştir. Yurtiçi varlık barışı uygulamasından vergi mükellefi olmayanlarda yararlanabilmelidir.

Ülkemiz ekonomisi açısından büyük öneme sahip olan Varlık Barışı Uygulaması; öncelikle vergisiz ve getirenlere ciddi avantajlar sağlayacak şekilde, vergi-gümrük ve kambiyo mevzuatı açısından her türlü dokunulmazlık sağlanarak ve güvence verilerek, hatta belli bir tutarın üzerinde döviz getiren yabancılara oturma hakkı/vatandaşlık verilmesi şeklinde ek avantajlarla donatılarak yeniden ve bir kez daha getirilmelidir.Çünkü, bu kapsamda yurt dışından getirilecek veya yurt içinden ekonomiye kazandırılabilecek her varlığa ve ekonomik değere ihtiyacımız var.


2) Vergi ve SGK Borç Yapılandırma Taksitlerini Ekonomik Kriz Nedeniyle Ödeyemeyenlere Yeni Bir Şans Verilmeli, Ancak Yapılandırılan Borçlar Birleştirilerek Tek Taksit Halinde Alınmalı

Vergi mükellefleri şu an itibariyle 6736, 7020 ve 7143 olmak üzere 3 ayrı Kanuna göre yapılandırma borcu ödemeye çalışıyor. Hem de soluk almadan. Her şey yolunda giderken, şimdi de ülkede yaşanan ekonomik kriz ve durgunluk, ticari faaliyetlerin durması hatta dip yapması bu ödemeleri zorlamaya başladı, hatta ödeyemeyen sayısını artırdı. Ödeyememe eğilimi tamamen ekonomik krizin bir sonucu. Yani kasıt yok. Dolayısıyla, bu durumda olanlara yeni bir hak verilmesi gerektiği kanaatindeyiz, ancak bir farkla, 3 ayrı kanuna göre ayrı ayrı ödenen taksitler birleştirilerek tutarı da ödenebilir seviyeye çekilerek tek taksit haline dönüştürülerek ödeme imkan sağlanmalı.


3) Aynı Şekilde Ekonomik Kriz Nedeniyle Matrah/Vergi Artırımı Ödemelerini Yapamayanlara Yeni Ödeme Hakkı Verilmeli, Hatta 2018 Yılını Da Kapsayacak Şekilde Yeni Bir Matrah/Vergi Artırımı Düzenlemesi Yapılmalı 

Matrah ve vergi artırımı düzenlemeleri vergi mükelleflerine artırımda bulundukları yıllar için haklarında vergi incelemesi yapılmaması garantisi sağlamaktadır. Bir çeşit kasko sigortası. Çok sayıda mükellef de bu uygulamadan yararlandı, yenisi çıksa yine yararlanacak, herkes bu eğilimde. Ancak, yaşanan süreç, bu ödemelerin yapılmasını da engelledi. İlk defa 7143 sayılı Kanunda, matrah ve vergi artırım tutarlarını ödeyemeyen mükellefler için vergi incelemesi garantisinin ortadan kalkacağı düzenlemesi yapıldı, önceki af yasalarında mükellef ödemelerini yapmasa da bu garantiyi kaybetmiyordu, sadece ödemedikleri tutar için 2 kat gecikme zammı hesaplanıyordu. Bu nedenle, ülkede yaşanan ekonomik sorun ve durgunluk nedeniyle matrah ve vergi artırımından yararlanıp da borcunu ödeyemeyen çok sayıda vergi mükellefi, vergi kaskosunu yani vergi incelemesi yapılmaması garantisini kaybetti yada kaybetmek üzere. Bu durum hem vergi mükelleflerini moralman yıktığı gibi, Vergi İdaresi ve Vergi Denetim Kurulu’nun iş yükünü de artıracaktır. Bu durumda olan mükelleflere de yeni bir hak verilerek vergi incelemesi yapılmama güvencesi sağlanmalı, daha önceki af yasalarından yararlananlarla aralarında oluşan aleyhe fark ortadan kaldırılmalı.  Bize göre, 2018 yılını da kapsayacak şekilde yeni bir matrah ve vergi artırımı düzenlemesi yapılması lazım, ekonomik konjonktür de bunu gerektiriyor.


4) Şirket Aktifine Kayıtlı Taşınmazların Gerçek Değerlerine Yükseltilmesine İmkan Tanınarak Bilanço Barışı Sağlanmalı, Şirketler Teknik İflastan Kurtarılmalı, Şirketlerin Kredibilitesi Artırılmalı

2005 yılında “Enflasyon Düzeltmesi Müessesesi”ne geçişle beraber, taşınmazların değerinin yükseltilmesini sağlayan “Yeniden Değerleme Müessesesi” yürürlükten kaldırıldı. Enflasyon düzeltmesi ile beraber VUK’da başka bir değerleme müessesesi kalmaması ve gerekli şartların oluşmaması nedeniyle aktife kayıtlı taşınmazların enflasyon düzeltmesi yapılamadı. 

Bu durum ise, 2005 yılından itibaren taşınmazların aktife kaydedildikleri bedelleri ile kalmalarına neden olmuş, taşınmazların kayıtlı değerleri piyasa rayiçlerine göre oldukça düşük  kalmıştır. Bu durum ise, taşınmazların bilançolarda gerçek değerleri ile yer almamasına, bilançonun olduğundan daha düşük hacimli düzenlenmesine, şirketlerin kredibilitesinin düşük gözükmesine neden olmaktadır. Ayrıca, taşınmazların değerinin rayiç değerle gösterilememesi, çoğu şirketi teknik iflas durumuna düşürmektedir.

Yapılacak şey aslında belli: Bu şekilde bilançolarda rayiç değeri ile yer almayan taşınmazların kayıtlı değerlerinin rayiç değerlerine yükseltilmesinin olanak sağlanması. Mevcut yasal düzenlemelerle bunu yapmak mümkün bulunmadığından, bu konuda yasal bir değişiklik yapmak gerekiyor.

213 sayılı Vergi Usul Kanununa 7144 sayılı Kanunla eklenen geçici 31. madde ile, bilanço esasına göre defter tutan tam mükellef gelir veya kurumlar vergisi mükelleflerine, aktiflerinde yer alan taşınmazların değerini, Yİ-ÜFE değerindeki artış oranını dikkate almak suretiyle 30 EYLÜL 2018 tarihine kadar (bu tarih dahil) yükseltme imkanı sağlandı. Ancak, bu imkandan yararlanılabilmesi için, yeniden değerleme işlemi sonucunda oluşan değer artışı tutarı üzerinden % 5 oranında hesaplanan verginin ödenmesi gerekiyordu.

Ancak, yapılan bu düzenleme, taşınmazların gerçek rayiç değerine yükseltmede yetersiz kalması ve % 5 vergi nedeniyle reel sektör tarafından yetersiz ve beklentilerin altında bulundu ve hemen hemen hiç kimse bu düzenlemeden yararlanmadı.

Reel sektörün beklentisi; işletme bilançolarının kredibiliteye daha uygun hale getirilmesi, bunun için işletme varlıklarının gerçek rayiç değerleriyle bilançoda yer almasının sağlanması.

Reel sektörün beklentisi şu şekilde:

- Bir defaya mahsus şirket aktifine kayıtlı taşınmazların kayıtlı değerlerinin SPK lisanslı değerleme şirketlerince belirlenen rayiç değerlerine yükseltilmesine izin verilmesi,

- Kayıtlı değerin  Yİ-ÜFE değerindeki artış oranı dikkate alınarak yeniden belirlenmesi,

- Rayiç değer ile endekslenmiş kayıtlı değer arasındaki farktan % 1 - 2 vergi alınması,

- Kayıtlı değer ile rayiç değer arasındaki farkın pasifte özel bir fon hesabına alınması,

- Fon hesabına alınan tutarın sermayeye ilave edilmesi veya af yasalarından kaynaklanan ve bilançoları bozucu etkiye sahip 296 no.lu hesapta yer alan tutarlara mahsubunun sağlanması,

- Pasifte özel bir fon hesabında gösterilen değer artışı tutarının, sermayeye ilave edilme ve 296 no.lu hesaba mahsup dışında herhangi bir şekilde başka bir hesaba nakledilmesi veya işletmeden çekilmesi halinde, bu işlemin yapıldığı dönem kazancı ile ilişkilendirilmeksizin bu dönemde gelir veya kurumlar vergisine tabi tutulması,

- Amortismanların rayiç bedel üzerinden ayrılmasına izin verilmesi,

- Bu taşınmazların satışında, taşınmazın artırılmış değerlerinin kayıtlı değer olarak kabul edilmesi.

Reel sektörün talebine uygun olarak yapılacak yeniden değerleme işlemi;

- Bankalar veya diğer kredi kuruluşları nezdinde ya da diğer amaçlarla şirket bilanço aktiflerinin güçlendirilmesi, kredibilitesinin artırılması,

- Taşınmazların kayıtlı değerlerinin yükseltilmesine dönük satışa yaklaşan iyi bir alternatif olması,

- Kısa süre içerisinde satışı yapılacak taşınmazın defter değerinin yükseltilerek, satıştan doğan kazancın yani vergi matrahının daraltılarak ödenecek vergi tutarının bu avantajdan yararlanılarak azaltılması yönlerinden büyük önem taşıyor.

Öte yandan, kimsenin doğacak değer farkından Maliye’nin vergi almasına itirazı yok. Pek tabi ki, değer farkı nedeniyle uğranılacak vergi kaybının bir kısmının devlet tarafından istenilmesi ve alınması akla ve mantığa da uygun. Ancak, yapılacak düzenlemenin de, herkes tarafından kabul gören, mantıklı ve yararlanmayı teşvik edici nitelikte olması lazım.

Bu nedenle, bu konuda yeni bir düzenleme yapılarak, oluşacak değer farkından daha düşük oranda bir vergi (%1-2 arasında) alınmak suretiyle taşınmazların rayiç değerlerine yükseltilmesine izin verilmelidir. İnanıyorum ki, bu şekilde yapılacak bir düzenleme ile, bilançolar gerçek değerine yükseltilecek, şirketlerin kredibilitesi artacak, şirketler teknik iflastan kurtulacak, Devlet ciddi bir vergi geliri elde edecek. Gerçek anlamda bir bilanço barışı sağlanacak. Alın size piyasalara KGF etkisi yaratacak ikinci bir şans.


5) Vergi Mükelleflerinin Devreden KDV Sorunu Çözülmeli, Önceki Yıllardan Devreden KDV’ler Devlete Olan Tüm Vergi, SGK Ve Diğer Borçlara Mahsup Edilebilmeli

Türkiye’deki tüm vergi mükelleflerinin şu an itibariyle sonraki döneme devreden KDV’lerinin toplamı 190 – 200 Milyar TL düzeyinde bulunuyor. Bu tutar devamlı olarak da artıyor. 

Devreden KDV sistemi, bir anlamda vergi mükelleflerinin devleti finanse ettiği bir sistem haline dönüşmüş durumda. Banka kredilerinin kıt ve faizlerin bu kadar yüksek olduğu bir dönemde ise, devreden KDV’nin yarattığı finansman sıkıntısı ve yükünü ise vergi mükellefleri taşıyor. Hemen herkes “devletten KDV alacağım var, hiç bir şey yapamıyoruz” diye serzenişte bulunuyor. Devreden KDV tutarının artarak devam ettiği hususu gözönüne alındığında, günümüz koşullarında artık bu sistemin sürdürülebilirliği zorlaştı, hatta imkansız hale geldi. Artık, bu devreden KDV sorununun çözülmesi bir zorunluluk haline geldi diyebiliriz.

Daha önce 7104 sayılı Kanunla ilgili taslak çalışmalarda , devreden KDV’lerin iade edilmesini öngören yeni bir sisteme geçilmesi planlanıyordu, ancak TBMM Genel Kurulu’nda bazı yanlış anlamalar nedeniyle son anda Kanun kapsamından çıkarıldı. Eğer söz konusu düzenleme yasalaşmış olsaydı, çağdaş vergileme ilkelerine son derece uygun bir düzenleme olacak, reel sektörün (piyasanın) uzun süredir sıkıntı yasadığı bir konu çözüme kavuşturulmuş olacaktı. Ayrıca, bu şekilde mevcut sistemde işletmelerin bilançolarında biriken bu KDV nedeniyle işletmelerin yaşadığı ciddi finansman yükü önlenecek, KDV Kanunu, işletmeler üzerinde finansman yükü oluşturmayan bir yapıya dönüştürülmüş olacaktı. Ama bu büyük fırsat çok anlamsız bir şekilde kaçırıldı.

Peki şimdi ne olacak, ne yapılmalı? Sorun artarak aynen devam ediyor, artık bu sorunun çözümlenmesi gerekiyor. Reel sektörün beklentisi devreden KDV’lerin nakden iade edilmesi, ancak bu kadar yüksek bir tutarın bir anda hazine’den nakden çıkması mümkün görünmüyor. Burada bir kısmı nakit, bir kısmı devlete olan vergi, SGK ve diğer borçlara mahsubunun yapılması daha mantıklı görünüyor. Hatta devreden KDV’nin kısa vadede hazine’de yaratacağı olumsuz etkinin giderilmesi bakımından, bir kısmının gider yazılmasına izin verilmesi de akla yatkın gelmekte. 

Şunu söylemek çok iddialı olmaz kanaatindeyiz: Devreden KDV’nin iade edilmesi şirketleri finansal açıdan rahatlatmasının ötesinde, Kredi Garanti Fonundan sonra yapılan en önemli maliye politikalarından birisi olabilir. Çünkü, sonraki döneme devreden KDV’nin iadesi nedeniyle hazine ciddi anlamda bir vergiden vazgeçiyor olacak.


6) Grup KDV Mükellefiyeti Başta Olmak Üzere Grup Vergi Mükellefiyeti Sistemi Getirilmeli

Aynı gerçek yada tüzel kişilere ait veya tabi şirketlerden bazıları KDV öderken, bazılarında sonraki döneme devreden KDV söz konusu oluyor. Bu durum ise, her platformda haklı şikayetlere neden olmakta, bu durumun haksız rekabete neden olduğu vurgulanmaktadır. Bu durumda olan grup şirketlerde ise, devir KDV’si bulunan şirket KDV ödemesi çıkacak şirkete fatura düzenleyerek, diğer şirketin de KDV ödememesini sağlıyor.

Grup şirketlerinde ortaya çıkan bu önemli sorunun çözümü bakımından, birleştirilmiş KDV mükellefiyeti ve KDV beyannamesi getirilmeli. Bu şekilde, grup şirketi kapsamındaki şirketlerin her biri ayrı ayrı KDV beyannamesi vermeyecek, açılacak grup KDV mükellefiyeti altında tek bir KDV beyannamesi verilecek, bir anlamda şirketlerin KDV verileri konsolide edilecektir. Bu şekilde vergi dairesine KDV ödenip ödenmeyeceği konsolide edilmiş birleştirilmiş KDV beyannamesine göre tespit edilecek. Dolayısıyla, grup şirket KDV mükellefiyeti ile, artık grup şirket kapsamına giren şirketlerden bazıları KDV öderken, bazılarında devreden KDV çıkması söz konusu olmayacak. KDV ödenip ödenmeyeceği konsolide edilmiş KDV beyannamesine göre tespit edilecek.

Ancak, grup şirket KDV mükellefiyetinden, sadece birbiriyle % 50 veya daha fazla ortaklık ilişkisi olan şirketler yararlanacak.

Grup şirket KDV mükellefiyeti mantığının kurumlar vergisine de taşınması ve kurumlar vergisi açısından da grup şirketlerde grup kurumlar vergisi mükellefiyeti ve birleştirilmiş kurumlar vergisi sisteminin getirilmesinin doğru ve uygun olacağı kanaatindeyiz.

Aynı durum, grup SGK mükellefiyeti için de geçerli.


7) Mükelleflerde Vergi Ödememe Alışkanlığı Arttı, Vergiye Uyumlu Mükelleflere Sağlanan % 5 Vergi İndirimi Oranı Çok Düşük Kaldı, Bu Durumu Tersine Çevirmek için Söz Konusu Oran en Az % 10 Olmalı 

Hemen her vergi affı çıkarıldığında “Borcunu ödemeyenlere neden af getiriliyor da, vergisini düzenli ödeyene niye hiçbir avantaj sağlanmıyor” türünden yapılan haklı serzenişler hep gündeme gelirdi. Bu serzenişler nihayet karşılığını buldu, 2017 yılı içerisinde çıkarılan 6824 sayılı Kanunla Gelir Vergisi Kanununun mülga mükerrer 121. Maddesi, “vergiye uyumlu mükelleflere vergi indirimi” başlığıyla yeniden düzenlenmek suretiyle, vergisini düzenli ödeyen uyumlu mükelleflere vergi indirimi uygulaması yürürlüğe konuldu. Uyumlu mükellefe vergi indirimi, kapsama giren ve gerekli şartları taşıyan mükelleflerin yıllık gelir veya kurumlar vergisi beyannameleri üzerinden hesaplanan verginin % 5'inin, vergi dairesine ödenmesi gereken gelir veya kurumlar vergisinden indirilmesi (düşülmesi) şeklinde uygulanıyor.

Ancak, vergi indirimi uygulaması sadece yıllık gelir ve kurumlar vergisi beyannamelerine göre hesaplanan gelir ve kurumlar vergisi için geçerli. KDV, damga vergisi, MTV, ÖTV, veraset ve intikal vergisi vb. vergilerde vergi indirimi söz konusu değil. 

Son yıllarda çıkarılan vergi afları nedeniyle vergi mükelleflerinde ciddi anlamda bir vergi ödememe alışkanlığı oluştu. Vergisini ödemeyen mükellefler, bu tutarları farklı finansal enstrümanlarda değerlendiriyorlar. Bir af çıktığında da, ondan yararlanıyorlar, borçlarını yapılandırarak ödüyorlar. Bize göre, bunun nedeni vergilerin vadesinde ödenmesinin cazip hale getirilememesi. Vergi zaten zorla alınan bir değer. Vergi, gönüllü ve cazip hale getirildiği takdirde daha kolay tahsil edilebilir.

Kişisel görüşümüze göre, vergisini düzenli ödeyen uyumlu mükelleflere getirilen vergi indirimi uygulamasında geçerli olan % 5 oranı son derece düşük ve anlamsız kaldı.  Bu oran en az % 10 olarak belirlenmeli ve yararlanılan vergi indirimi sayısına göre artırılmalı. Ayrıca, vergi indirimi uygulamasının sadece yıllık beyannameler üzerinden hesaplanan gelir ve kurumlar vergisi ile sınırlandırılmasını doğru değil. KDV, MTV, ÖTV, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi gibi vergilere de bu indirim uygulanmalı.


8) Vergiye Uyumlu Mükelleflere Vergi Borçlarının Daha Düşük Faizle, Hesaplanacak Yİ-ÜFE Tutarı İle 60 Aya Kadar Taksitlendirilebilmesine İlişkin Düzenleme Yasalaştı, Ancak Çalıştırılmıyor. Olağanüstü Bir Durumdan Geçtiğimiz Şu
Günlerde Herhangi Bir Şart Aranılmadan Söz Konusu Düzenleme Çalıştırılmalı.


Bilindiği üzere, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna 7020 sayılı Kanunla eklenen 48/A maddesi ile, vergisel yükümlülüklerini süresinde yerine getirmiş ancak öngörülmeyen nedenlerle son bir yıl içinde borçlarını ödeyememiş vergiye uyumlu mükelleflerin anılan Kanunun 48. Maddesinde düzenlenmiş olan tecil müessesesine göre daha uygun şartlarda borçlarını taksitlendirerek ödeyebilmelerine imkan sağlanmış oldu. Yapılan bu düzenleme ile, vergiye uyumu yüksek olan mükelleflerin çok zor duruma düştükleri zaman yerine getirmeleri gereken ödeme yükümlülükleri kolaylaştırıldı. Bakanlar Kurulu, 24/02/2018 tarihli ve 30342 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2018/11284 sayılı Kararı ile, vergiye uyumlu mükelleflerin borçlarının tecilinde çok zor durum halinin tespitinde kullanılacak kriterleri, tecil süreleri ve tecil faizi oranlarını belirledi.

Yani, maddenin uygulanması için her şey hazır, peki bugüne kadar bu uygulamadan kimse yararlandı mı? Hayır, yararlanamadı. Çünkü, çok sayıda başvuru olmasına rağmen, 48/A maddesi işler hale getirilmedi ve hala da kimse yararlanamıyor. Aslında zor günler geçiren ve vergi borçlarını ödemekte güçlük çeken reel sektör açısından, bu 48/A maddesinden yararlanmak çok değerli. Ama anlayamadığımız nedenlerle, içinden geçtiğimiz bu zor günler için getirilen bu avantajlı uygulamadan yararlanmak şu an için söz konusu değil. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın bu avantajlı tecil uygulamasını bir an önce hayata geçirmesi ve reel sektörü bu uygulamadan yararlandırması şu an için acil, çok anlamlı ve değerli olacak.


9) Kurumlar Vergisi ve KDV Oranları Çok Yüksek, Bu Oranlarda İndirime Gidilmeli 

Mevcut uygulamada kurumlar vergisi oranı % 22, KDV oranları ise % 1, 8 ve 18 şeklinde uygulanıyor. Reel sektör başta olmak üzere taraflı tarafsız herkes de bu oranların yüksek olduğunda hem fikir. Durgunluktan çıkış ve ekonomik canlanma için bu oranların belli bir seviyeye çekilmesi şart.

Bize göre, kurumlar vergisi oranının % 22’den % 15’e, KDV genel vergi oranının % 18’den % 12’ye, % 8 oranının ise % 5’e indirilmesi, ayrıca KDV iadesi çıkan bazı sektörler için iadeyi ortadan kaldıracak şekilde KDV oranı belirlenmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.


10) Kar Dağıtımındaki % 15 Stopaj Oranı % 5’e İndirilmeli, Hatta Sıfırlanmalı

Mevcut durumda şirketlerin ortaklarına kar dağıtımında % 15 oranında gelir vergisi stopajı yapılıyor. Şirketler ve ortakları sırf stopaj yüzünden kar dağıtımı yapmıyorlar. Bu yüzden, kar dağıtımının önündeki en büyük engel olan stopaj oranının bir defaya mahsus olarak % 15’den % 5’e indirilmesi hatta sıfırlanmasının uygun olacağını düşünüyoruz. Bu şekilde, yıllardır kâr elde etmesine rağmen hiç kâr dağıtmayan şirketler ve ortakları için de bir çıkış yolu sağlanmış olur. Hatta, her yıl kar dağıtımı zorunlu hale getirilmeli.


11) Stokların Eritilebilmesi Bakımından Sadece Yeni Konut ve Ofislerde Tapu Harcı Sıfıra İndirilmeli

Konut ve ofis stoklarının eritilebilmesi bakımından, konut veya iş yeri olarak inşa edilen binaların tapuda yapılacak ilk devir ve iktisaplarında tapu harcı oranı 0’a (sıfıra) indirilmeli. Yapılacak bu düzenlemenin stoktan yapılan satışları artıracağını tahmin ediyoruz.


12) Gayrimenkullerin Amortisman Oranı Yıllık En Az % 10 Olarak Belirlenmeli, Binek Otomobiller İçin Geçerli Kıst Amortisman Uygulaması Kaldırılmalı ve KDV’si İndirilebilmeli

Şirketlerin gayrimenkul alımlarının teşvik edilmesi ve yatırım tercihlerinin gayrimenkul alımı yönünde değiştirilebilmesi için gayrimenkullerde amortisman oranı yıllık en az % 10 olarak belirlenmeli. Ayrıca, aynı şekilde binek otomobil satışlarının artırılabilmesi için, binek otomobillerde kıst amortisman uygulaması kaldırılmalı, binek otomobil alımlarına ilişkin olarak ödenen KDV’lerin indirilmesine izin verilmeli.


13 ) Vadeli Satışlarda KDV, Faturanın Düzenlendiği Ay Değil, Bedelin Tahsil Edildiği Ay KDV Beyannamesi İle Beyan Edilmeli

KDV Kanunu hükümlerine göre vadeli mal, hizmet ve taşınmaz satışları üzerinden hesaplanan KDV satışa ilişkin faturanın düzenlendiği ay KDV beyannamesi ile beyan ediliyor. Satış bedelinin tahsil edilip edilmemesi beyanı engellemiyor, tahsil edilmese de söz konusu satışlara ilişkin hesaplanan KDV satıcı tarafından beyan edilerek vergi dairesine ödeniyor. Yani satıcılar tahsil etmedikleri KDV’yi yasal zorunluluk nedeniyle beyan ve ödemek zorunda kalıyorlar. Şu an yaşadığımız durumda, KDV’nin tahsil edilmeden beyan edilmesi ve duruma göre ödenmek zorunda kalınması, finansal yönden zaten zor durumda olan satıcıları daha da çok zor duruma düşürebiliyor. Vergi dairesine karşı KDV borcunu ödeyememe durumu ile karşı karşıya bırakabiliyor. Bu olumsuz durumun önüne geçilebilmesi bakımından, bir yasa değişikliği yapılarak, vadeli satışlara ilişkin olarak hesaplanan KDV’nin faturanın düzenlendiği ay değil, bedelin tahsil edildiği ay KDV beyannamesi ile beyanı sağlanmalıdır. Yapılacak bu düzenlemenin, reel sektörü oldukça rahatlatması öngörülüyor.