Kıymetli okurlarım, yine ilginç olabileceğini düşündüğüm bir konu ile karşınızdayım.

Yüksek enflasyon dönemlerinde devreye giren ve yüksek enflasyon koşulları ortadan kalktığında da otomatik olarak devreden çıkan Enflasyon Muhasebesi uygulaması (vergi literatüründe Enflasyon Düzeltmesi kavramı olarak da yaygın bir şekilde ifade edilmektedir) daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim üzere yaklaşık 20 yıl aradan sonra tekrar gündemimize girdi.

Uygulama tecrübesi yönünden hiç de alışık olmadığımız bu düzenlemenin her geçen gün farklı özelliklerini ve doğurabileceği sorunlu ve sıkıntılı yanlarını görmeye başlıyoruz. Mevcut pek çok vergi müessesesinin işleyiş sistematiği ile de uyumlu olmayan yanları ortaya çıkıyor.

Bu aralar gerek işletmeler gerekse işletmelerimizin mali iş ve işlemlerini yürüten mali müşavir ve yeminli mali müşavirlerin ve de Mali İdarenin önemli gündem konusu yine Enflasyon Muhasebesi Uygulaması.

Enflasyon Düzeltmesi Enflasyona Neden Olabilir mi?

Yazımızın başlığını çok ilginç bulduğunuzu tahmin ediyorum. Enflasyon Muhasebesi uygulaması, enflasyonun bir sonucu olarak doğduğuna göre nasıl olur da enflasyona sebep olabilir? diye sorduğunuzu da duyar gibiyim. Şunu en başta ifade etmek isterim: Enflasyon Muhasebesi enflasyona sebep olan temel nedenlerden biri değildir, olamaz da. Ancak, enflasyon muhasebesi uygulamasının doğurduğu sonuçlar arasında işletmelerin yeni üretim yatırımlarına girme arzusunda yaşanacak azalma nedeniyle üretim (arz) da yaşanacak düşme zaten talep karşısında yetersiz kalan arzın daha da azalması sonucunda mal ve hizmet fiyatlarının artmasına yol açabileceği ihtimali nedeniyle enflasyona neden olabileceği kanaatini taşıyorum.

Kendimi bir iktisatçı/ekonomist tanımlaması içine dahil etmeden, genel ve temel bir yaklaşımla Enflasyon kavramının fiyatlar genel seviyesinde sürekli artışların olduğu,https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/b62e1fb7-ebc1-4922-99dc-b3ba23320b9f/enflasyon.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACE-b62e1fb7-ebc1-4922-99dc-b3ba23320b9f-m5lk-1M , arzın (üretimin) talebi (tüketimi) karşılayamadığı, talebin arzdan fazla olduğu ve de para arzının genişlediği dönemlerde ortaya çıkan ve her yönü ile toplumun özellikle sabit ve dar gelirli kesimlerini büyük ölçüde olumsuz etkileyen bir ekonomik dengesizlik hali olarak ifade edilebileceği kanaatindeyim.

Bu ekonomik dengesizlik halinde, işletmelerin de mali tablolarında tarihi maliyetleri ile yer verilen unsurlar güncel değerlerini maalesef gösterememektedir. Mali tabloların güncel değerlerinin gösterilmesini sağlayacak matematiksel bir güncelleme-taşıma işleminin; esas itibariyle parasal olmayan varlığın veya kaynağın reel değerinde bir artış yaratmaması (ilgili varlığın sadece parasal değerinde bir değişim olduğu, varlığın fiziksel değerinde ise herhangi bir artış olmaması nedeniyle reel bir artış olarak dikkate alınmaması gerektiği görüşümüz) nedeniyle vergisel bir etkisi olmaması gerektiğini düşünenlerdenim.

Enflasyonist dönemlerde maliye ve para politikaları ile enflasyonla mücadele edilmektedir. Bu dönemde, sıkı para politikası ile piyasadaki tüketim talebinde kısılmaları sağlayan tedbirlerin alındığını yakinen görüyoruz. Artık daha yüksek faiz oranları ile işletme ve tüketici kredilerine erişilebildiği (kredilere neredeyse erişilemediği) bir dönem içindeyiz.

İşletmeler daha yüksek faiz oranları ile borçlanarak üretimlerini sürdürebilmekte ve tüketiciler de daha yüksek faiz oranları ile kredi kaynaklarına ulaşarak tüketimlerini sürdürmek ile karşı karşıya kalmaktadır.

Bireysel görüşüm olarak, tüketimi kontrol altına almaya yönelik tedbirler önemli olmakla birlikte, üretimi artıracak arz yönlü politikaların hayata kazandırılmasının da enflasyonla mücadelede etkili olacağı kanaatindeyim.

Konuya üretimi (ya da yeni yatırımları) etkileme yönünden baktığımızda, enflasyon muhasebesinin mevcut uygulanan halinde küçük ve orta ölçekli ve öz kaynak yerine borçlarla faaliyetlerini sürdürmekte olan işletmelerin doğabilecek yeni vergi etkisi nedeniyle yeni yatırım yapma arzularını olumsuz etkileyebilecek özellikleri olduğu kanaatindeyim. Bu kanaatime ilişkin tespitlerimi ana başlıklar halinde aşağıdaki şekilde özetlemek isterim:

1- Enflasyon Muhasebesi, parasal olmayan varlıklarını (stok, demirbaş, tesis, makine, bina, vb. varlıklarını) geçmiş dönemlerdeki uygun faiz koşulları nedeniyle daha çok borçlanma ile sürdüren (bir başka ifade ile öz kaynakları düşük olan) işletmelerde, enflasyon muhasebesi olmayan döneme göre daha fazla bir vergi yükü ile karşı karşıya kalınmasına sebep olmaktadır.  

Zira, bilançoların aktifinde yer alan parasal olmayan varlıkları enflasyon oranında değerleri artığından bahisle değer artışları gelir olarak değerlendirilmekte, bilançonun pasifinde yer alan kısa ve uzun vadeli borçları ise düzeltme işlemine tabi tutulamamakta sadece oransal olarak daha düşük kalan öz kaynaklar tutarı enflasyon oranında değeri artırılarak bu değer artışı da gider olarak değerlendirilmekte ve tüm düzeltme işlemleri neticesinde GELİR etkisi yaratan enflasyon farkı tutarları GİDER etkisi yaratan enflasyon farkı tutarlarından fazla olduğundan bu ilave gelir (enflasyon düzeltmesi ile ortaya çıkan ve realize edilmiş bir kazanç olmayan tutar) üzerinden vergi ödenmesi ile karşı karşıya kalınabileceği endişelerini taşıyorum.  

2- Henüz yatırım döneminde olan ya da yüksek stok ve yüksek duran varlık düzeyleri ile cari faaliyetlerini yürütmekte olan ve ancak bu yatırım, stok ve duran varlıklarını borçla finanse etmekte olan ve yeterli öz kaynağı bulunmayan özellikle küçük ve orta büyüklükteki işletmelerde ya da yeni bir yatırıma borçlanma ile başlayacak olan girişimlerde, esasen nakit artışı sağlamayan ancak enflasyon düzeltmesi nedeniyle gelir olarak değerlendirilen (parasal olmayan varlıkların enflasyon nedeniyle değerlendiğinden bahisle ) enflasyon farkları işletmelere reel-cari bir gelir, nakit akışı sağlamadığı halde vergi arttırıcı sonuçları olabileceği konusunda pek çok vergi uzmanı tarafından ifade edilmektedir.

3- Realize edilmeden ortaya çıkan,  enflasyon düzeltmesi hesabı net alacak bakiyesi gelir kalemi olarak değerlendirileceğini gören ve henüz işletmeye nakit girişleri olmadığı dönemlerde dahi bu yeni gelir nedeniyle vergiyi ödemek ile karşı karşıya kalacağını değerlendirecek işletmelerimizin üretim faaliyetleri bu süreçten olumsuz etkilenirse (bir başka ifadeyle yatırım yapma kararlarından vazgeçerlersearz tarafında oluşacak bir kısılma mal ve hizmet fiyatlarının daha da artmasına düşük de olsa sebep olabileceği endişesini paylaşmak isterim.

Kanaatimce enflasyon düzeltmesi nedeniyle varlık maliyetlerindeki artışın cari-reel gelir olarak değerlendirilmesinin ilgili varlıkların satışı anına kadar bekletilmesi, bu varlıkların ancak satışı sırasında gelir ve maliyet olarak dikkate alınması daha adil bir sonuç yaratabilecektir.   

Geçici Vergi Dönemlerinde Enflasyon Düzeltmesi Uygulamasının Fiili İmkânsızlığı Üzerine Değerlendirmelerim…

Kıymetli okurlarım, malumlarınız olduğu üzere; vergi mükelleflerinin kazanç vergileri yönünden nihai vergilendirme dönemi genellikle bir takvim yılını ihtiva eden hesap dönemleridir. Hesap döneminin tamamı itibariyle yapılan hesaplamalar sonucunda işletmelerin nihai kâr veya zararları esasen vergiye tabi kazanç olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenledir ki, Geçici Vergi adıyla dönem içinde 3 aylık dönemlerde yapılan geçici vergi beyanları işletmelerin nihai kâr veya zararını tam olarak ifade edememekte ve ilgili mevzuatlarında yapılan düzenlemelerde mükelleflere % 10 a kadar yanılma / hata payı dahi verilmektedir.  Bunun da önemli sebebi, envanter işlemi ile bilanço çıkartmak gibi temel muhasebe işleminin Vergi Usul Kanunu’nda  (md.185: Envanter defterine işe başlama tarihinde ve mütaakıben her hesap döneminin sonunda çıkarılan envanterler ve bilânçolar kaydolunur ve bu tarihe "bilânço günü" denir.) ve Türk Ticaret Kanunu’nda (MADDE 68- (1) Tacir, ticari faaliyetinin başında ve her faaliyet döneminin sonunda, varlık ve borçlarının tutarlarının ilişkisini gösteren finansal tabloyu (sırasıyla açılış bilançosunu ve yıllık bilançoyu) çıkarmak zorundadır.)   HESAP DÖNEMİ SONUNDA yapılması zorunluluğuna ve bu zorunluluğun da kapsamlı envanter çalışmalarının (VUK 186: Envanter çıkarmak, bilânço günündeki mevcutları, alacakları ve borçları saymak, ölçmek, tartmak ve değerlemek suretiyle kesin bir şekilde ve müfredatlı olarak tespit etmektir.) ancak hesap dönemi sonu olan bilanço gününde sağlıklı olarak yapılabileceği gerçeğine dayanmaktadır. Hesap dönemi sonu yerine, dönem içinde bilanço çıkartma ve envanter çalışmalarını yürütme faaliyetleri özellikle tam entegre yapı kullanamayan küçük ve orta boy işletmeler için fiilen imkânsız düzeydedir.

Kanaatimce de tüm bu gerçekler nedeniyle, Geçici Vergi düzenlemesine ilişkin temel mevzuat olan ve 27.12.1998 yılında yürürlüğe giren 217 Sıra No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliğinde de [82.Bilanço esasında defter tutan mükellefler verecekleri geçici vergi beyannamesine, geçici verginin ilgili olduğu dönem sonu itibariyle çıkaracakları gelir tablosunu ekleyeceklerdir.  83. Söz konusu gelir tablosu, dönem sonu işlemler kayıtlarda gösterilmeksizin geçici vergi döneminin son günü itibariyle çıkarılacak mizandan hareketle düzenlenebilecektir. Bu durumda, dönem sonunda yapılması gereken işlemlere ilişkin olarak yasal defter kayıtları dışında yapılan hesaplamalar ve mizan, istenildiğinde ibraz edilmek üzere muhafaza edilecektir.] geçici vergi beyannamesine bilançoların eklenmesi istenmemiştir.

Bilançoların, yukarıda hükümlerine yer verdiğimiz VUK, TTK hükümleri ve 217 SN Gelir Vergisi Genel Tebliği uyarınca da geçici vergi döneminde çıkartılması zorunluluğu olmadığı, hesap dönemi sonunda hazırlanması gereken bir mali tablo olduğu hususu dikkate alındığında ENFLASYON DÜZELTME İŞLEMLERİNİN de Geçici Vergi Dönemlerinde yapılmasının fiili imkânsızlığını açıkça göstermektedir.

Geçici Vergi Dönemlerinde Enflasyon Düzeltmesi Uygulanmaması Sadece Yıl Sonu Bilançolar Bakımından Enflasyon Düzeltmesi Uygulanması” yönünde muhasebe meslek camiası tarafından ortak bir dille ifade edilen görüş ve önerilerin;  bu meslek camiasının  iş dünyasının kalbinde yer alması, firmalarımızın ekonomik-mali nabzını da yerinde tutmaları nedeniyle,  Hazine ve Maliye Bakanlığımızca daha önce iletilen pek çok makul talebi değerlendirdiği gibi bunu da değerlendirmeye almasının, gerek işletmelerimizin öngörülmeyen ve finansman ihtiyacını daha da artıracak ilave vergi yükleri ile karşılaşmaması gerekse mali sistemin önemli paydaşları olan muhasebe meslek camiamızın var olan iş yüklerine fiili imkânsızlıkları barındıran yeni iş yüklerini getirmemesi  bakımından önem arz ettiğini  ve talep edilen bu önerinin hayata geçirilmesi halinde ise özellikle küçük ve orta boy işletmelerimiz ile muhasebe meslek camiasını  son derece memnun edecek bir sonuç yaratacağı görüş ve izlenimimi  paylaşmak isterim.

Yazımın tüm ilgililere katkı sağlaması ümidiyle…