Bu durumda vergi aslı için gidilebilecek tek yol, dava açmak. Pek çok mükellefin bu yolu tercih edeceği açık.. Çünkü tarhiyat dava aşamasında iken, çıkabilecek bir vergi affı ile vergi aslının yarısının kaldırılması olasılığı yüksek. Ancak bu durumda, dava süresince işleyecek gecikme faizi yükü mükellefler için caydırıcı olabilir.
Bu durumda ortaya, “acaba gecikme faizinin işlemesinin dava süresince durdurabilir miyiz?” sorusu çıkmaktadır. Gerçi bu sorunun cevabını daha önce irdelemiştim. Ancak konunun önemi şimdi daha da arttığından tekrar ele alayım dedim.
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunu’nun 47. maddesinde, amme alacaklarının rızaen ödenmesine ilişkin olarak, “orantılılık ilkesi” getirilmiştir. Bu ilkeye göre yapılan ödemeler, alacaklı idare tarafından, borçlunun amme borçlarına ve bu borca bağlı fer’ilerine orantılı olarak kabul edilmektedir. Böylece kısmi ödemelerde mükellefin daima vergi aslına denk düşen bir bakiye borcu kalacağından, bu borca gecikme faizi/zammı işleyecektir. Mükellef, borcunun tamamını ödemedikçe, vergi aslı da kapanmayacaktır. Bu mükellef söz konusu tarhiyat aleyhine dava açsa, dava süresince vergi aslına, bu defa gecikme faizi işlemeye devam edecektir.
6183 sayılı Kanunla kabul edilen bu ilke, borçlunun yanı sıra alacaklının da haklarını koruması, bir başka deyişle hem alacaklının hem de borçlunun menfaatlerini dengelemesi ile adil bir yol olarak görülebilir.
Vergi Usul Kanunumuz 112. maddesinde ikmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilerde, eksik ödenmiş veya hiç ödenmemiş verginin normal vade tarihinden tahakkuk tarihine kadar geçen süre için, gecikme zammı oranında gecikme faizi alınması öngörülmüştür. İkmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilerin mükelleflerince (veya sorumlularınca) dava konusu yapılması halinde ise gecikme faizinin, ödeme yapılmamış kısmına, verginin normal vade tarihinden yargı organı kararının tebliğ tarihine kadar geçecek süre için hesaplanması öngörülmüştür (md. 112/3-c).
Bu gecikme faizi yargı organı kararını müteakip idarece hesaplandıktan sonra, uygulamada İHB 2 veya 112 ihbarnamesi olarak anılan Vergi / Ceza ihbarnamesi ile mükellefe duyurulur. Bu ihbarname, gecikme faizi açısından tarh işlemi niteliğindedir. Dolayısıyla gecikme faizinin yanlış hesaplandığı veya haksız olduğu iddiası ile bu işlem aleyhine dava açıldığında, işlemin yürümesi, İdari Yargılama Usulü Kanununun 27. maddesi uyarınca kendiliğinden durur ve artık tahakkuk veya takip işlemleri oluşturulamaz. Bu durumda duran gecikme faizine tekrar faiz işlemez.
Vergi Usul Kanunu’nun aynı maddesinde (fıkra 3/son paragraf), “dava açılması nedeniyle tahsili duran vergi mükellefler tarafından istenildiği takdirde davanın devamı sırasında da kısmen veya tamamen ödenebilir” düzenlemesi de yer almıştır.
Görüldüğü gibi Vergi Usul Kanunu’nun 112. maddesinin 3. fıkrasının son bendi, ikmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilere karşı dava hakkını kullanan mükelleflere (veya sorumlulara), dava süresince gecikme faizi işlemesini durdurma amacıyla vergi aslını ödeme olanağı vermiştir. Uzlaşmaya konu edilmiş cezanın ödenmesine gerek yoktur. Çünkü cezaya zaten gecikme faizi işletilmesi söz konusu değildir.
Bu olanak, mükellefler için, davadan haksız çıkma ihtimaline göre kullanabilecekleri son derece önemli bir haktır.
Ancak burada mükellefin davasından haklı çıkması halinde, para faizsiz olarak iade edilmektedir. Ödenen tutar, dava süresince hazine tarafından faizsiz olarak kullanılmaktadır. Bu durum aynı zamanda mükellef haklarını da, Anayasaya aykırı şekilde ihlal etmektedir. Her ne kadar Kanunda açıkça öngörülmemiş olsa dahi, genel hükümler ve ilkeler uyarınca hazinenin (Kanunda bir oran olmadığından temerrüt faizi oranında) faiz ödemesi gerekmektedir. Vergi idaresi, yapılan ödemenin gelir kaydedilmediğini, emanet hesaplarda bekletildiğini ifade etmekteyse de, yapılan ödeme tutarının hangi hesaplara kaydedildiği mükellefin sorunu değildir. Bu konunun 112. maddede yapılacak bir tadille düzenlenmesi gerekmektedir.
İkmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilere karşı dava hakkını kullanan ve Vergi Usul Kanununun anılan düzenlemesi uyarınca ödemede bulunmak isteyen mükelleflere tanınan, sadece vergi aslına ve/veya vergi cezasına mahsuben ödeme de bulunabilme olanağı, 6183 sayılı Kanun’da yer alan ve yukarıda açıkladığımız “ödemede orantı ilkesi”nin bir istisnasıdır.
İkmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilere karşı dava hakkını kullanan ve Vergi Usul Kanununun anılan düzenlemesi uyarınca ödemede bulunmak isteyen mükelleflerin yapacakları –orantı ilkesine istisna oluşturan- bu ödemelerini, bir dilekçe ile yapmaları ve ödemelerini hangi borçlarına mahsuben yaptıklarını ve dava haklarını kullandıklarını - mahkeme ve dosya numarası ile - dilekçelerinde belirtmeleri gerekmektedir. Zira aksi halde İdare, bu istisnai hakkın kullanılıp kullanılmadığını bilemeyeceğinden tahsilatı, 6183 sayılı Kanun’a göre orantılayarak kabul edecektir. Öte yandan söz konusu hakkını kullandıklarını belirtmeyenlerin ileride bunu ileri sürmeleri de hem güç olacak hem de başkaca hukuki tartışmalara da yol açacaktır.
Ekonomim.com | Bumin DOĞRUSÖZ