Enflasyonla mücadele kapsamında gidilen parasal sıkılaştırma ve faiz artışlarına rağmen 2024’te de yüzde 3 civarında büyüyeceği öngörülüyor. Ayrıca, Zürih merkezli bir İsviçre bankası olan UBS’nin yayımladığı “2024 Küresel Servet Raporu”na göre; Türkiye 2008-2023 yılları arasında Türk Lirası cinsinden ortalama yüzde 1708 oranında bireysel servet artışıyla dünya rekorunu kırmış görünüyor. Türkiye’nin 2023 yılındaki Türk Lirası cinsinden bireysel serveti bir önceki yıla göre yüzde 157.78 oranında, ABD doları cinsinden ise yaklaşık yüzde 63 oranında artmış bulunuyor.
Ülke olarak büyüyoruz, bireysel servetlerimiz artıyor, dolar milyonerlerimizin sayısı da artıyor ama toplumun en az yüzde 80’i geçinebilme kaygısı taşıyor. TÜİK tarafından yapılan “2023 Yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması”nın sonuçları; en yüksek gelir grubundaki ailelerin bir önceki yıla göre gelirlerinin arttığını, orta ve en düşük gelir grubundaki ailelerin gelirlerinin ise giderek düştüğünü gösteriyor.
GELİR VE SERVET ARTIŞLARI TOPLUMSAL REFAHA DÖNÜŞMÜYOR
Peki neden? Çünkü gerçekleşen büyüme sürdürülebilir değil, gelir ve servet artışları da toplumsal refaha dönüşmüyor. Tüketim, rant ve faiz üzerinden kurgulanan büyüme modelinin; kaliteli istihdam yaratan, ileri teknolojiye dayanan yüksek katma değerli üretim ve rekabetçi ihracat ayağı bulunmuyor. Üstelik üretilen milli gelirin ve servetin bölüşümündeki adaletsizlik giderek büyüyor.
2024’ün üçüncü çeyrek GSYH (harcama yöntemiyle) büyüme verileri, bize bu konuda somut ip uçları veriyor: Büyümeye en büyük katkı hane halkının tüketim harcamalarından geliyor. Toplam sabit sermaye yatırımları ile makine teçhizat yatırımları azalıyor ve sanayi sektörü küçülüyor. Tüketim harcamalarındaki artışın ana kaynağına baktığımızda, sözünü ettiğimiz nüfusun en üstteki yüzde 20’lik grubu rahat harcama yaparken geriye kalanlar, ya enflasyon karşısında elindeki ve avcundaki erimesin diye ya da ihtiyaçlarını ancak karşıladığı için harcama yapıyorlar.
BÜTÇE TERCİHLERİ VE ASGARİ ÜCRET SARAY’DA BELİRLENİYOR
39 gün süren görüşmeler sonunda cuma günü, 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Teklifi geldiği gibi TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Saray’da hazırlanmış olan bütçede; 1 trilyon 931 milyar lira bütçe açığına karşılık, 1 trilyon 950 milyar lira faiz harcaması öngörülüyor ayrıca vergi muafiyet, istisna ve indirimleri nedeniyle alınmayacak vergi tutarının ise 3 trilyon lira civarında olacağı hesaplanıyor.
Gözü kulağı “Asgari Ücret Komisyonu”ndan gelecek haberde olan bazı emekçi örgütleri, “Halk için bütçe istiyoruz, insan onuruna yakışır bir hayat istiyoruz” talebiyle Meclis önünde basın açıklaması yapmak istediler ama polis barikatlarıyla karşılandılar.
Ne yazık ki 12 Eylül rejiminden kalma Asgari Ücret Komisyonu’nun da gerçekte bir işlevi bulunmuyor. Türkiye’de sendikalar hem güçsüz hem de haklarını almak için ellerindeki son kozları olan grev haklarını fiilen kullanamaz durumdalar. Alınan her grev kararının iktidar tarafından milli güvenlik gerekçesiyle ertelendiği bir dönemi yaşıyoruz. Asgari ücret rakamının da Saray’da belirleneceğini biliyoruz.
Türkiye’deki gelir ve servet dağılımındaki bozulmaya karşı güçlü bir sınıf mücadelesi veya ücret pazarlığı yapılamıyor. Gelir ve servet dağılımındaki bozulmalar; daha çok rantiye kesiminin lehine çalışan ekonomik istikrarsızlıklardan, yüksek enflasyondan, yanlış büyüme modellerinden, bütçedeki vergi ve harcama tercihlerinden ve kamu kaynaklarının yandaşlara aktarılmasından kaynaklanıyor.
GÜÇLÜ SENDİKAL VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLENMESİ ANAHTAR ROLE SAHİPTİR
Dolayısıyla demokrasi, hukuk, bilimsel eğitim, kapsayıcı kurumlar, sanayileşme, tarım, dijital teknolojiye dayanan üretim, stratejik planlama ve benzeri alanlarda bütünlüklü dönüşümler kadar, siyasi partilerin, sendikal örgütlenmelerin ve sivil toplum örgütlerinin güçlü yapılara kavuşmaları anahtar öneme sahiptir. Çünkü bütün bunlar için halkın örgütlü, bilinçli ve güçlü olarak hakları için talepte bulunmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Öte yandan bugünün öncelikli konusu ise ekonomide istikrarın sağlanması ve enflasyonun tek haneli rakamlara indirilmesidir diyebiliriz. Çünkü yüksek enflasyon, ekonominin bütün dengelerini bozduğu gibi aşımızı, işimizi elimizden almakta ve yoksulluğu acımasız bir biçimde derinleştirmektedir.