Kömür, petrol ve doğal gaz gibi kaynakların enerji üretimi, sanayi, ulaşım ve ısınmada yaygın kullanımı, karbondioksit (CO₂) başta olmak üzere sera gazı salınımını artırmıştır.

Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, enerji talebindeki büyüme ile birlikte fosil Yakıt Kullanımı, tarım alanı açmak ve kentleşme nedeniyle ormansızlaştırma, metan (CH₄) ve azot oksit (N₂O) gibi diğer güçlü sera gazlarının salınımlarını artirmalari nedeniyle endustriyel hayvancılık, çimento ve metal sektorleri basta olmak üzere sanayi üretim süreçleri ve motorlu taşıtlardaki artış gibi sebepler küresel ısınmayı hızlandırmış, iklim değişikliği krizinin temelini oluşturmuştur.

Bu bağlamda, 1990’lı yıllardan itibaren, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) ve Kyoto Protokolü gibi uluslararası anlaşmalar, karbon salımının sınırlandırılması amacıyla imzalanmıştır. Ancak, gönüllülük esasına dayalı bu anlaşmalar, maalesef küresel ölçekte sınırlı başarı sağlamıştır.

Sonrasında, Avrupa Birliği (AB), iklim değişikliğiyle mücadelede liderlik üstlenmiş ve 2019 yılında “Avrupa Yeşil Mutabakatı”nı (European Green Deal) açıklamıştır. Bu plan, AB’nin 2050 yılına kadar karbon nötr bir ekonomi olmasını hedeflemektedir.

Bu hedef doğrultusunda, Avrupa Sınırda Karbon Vergisi (CBAM) uygulaması geliştirilmiştir. CBAM, karbon kaçağını (carbon leakage) önlemek amacıyla, AB dışında üretilen karbon yoğun ürünlerin, AB içi üretimle aynı çevresel standartlara tabi tutulmasını sağlamaktadır.

CBAM, karbon emisyonu yüksek sektörlerden (demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre ve elektrik gibi) ithal edilen ürünlere ek maliyet getirmektedir. Sistemin işleyişi şu şekilde özetlenebilir:

  • Kapsam: Belirlenen sektörlerde AB’ye ihraç edilen ürünler için karbon salımı raporlanacaktır.
  • Raporlama: İthalatçılar, ürünlerin üretim aşamasında ortaya çıkan emisyonları belgelemek zorundadır.
  • Karbon Sertifikası: İthalatçılar, salınan karbon miktarına denk gelen bir karbon sertifikası satın alacaktır.
  • Uygulama Süreci: 2023’te raporlama yükümlülüğü başlamış olup, 2026 itibarıyla finansal yükümlülükler de devreye girecektir.

Bu mekanizma ile AB, hem kendi üreticilerini korumayı hem de küresel emisyon azaltımına katkı sağlamayı hedeflemektedir.

Ülkemiz AB’ye özellikle demir-çelik, çimento, alüminyum ve kimyasal gübre sektörlerinde yoğun ihracat gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla, CBAM kapsamında:

  • Ürünlerin karbon ayak izi hesaplanması,
  • Bu emisyonlara karşılık karbon sertifikası satın alınması,
  • Dolayısıyla ihracat maliyetleri artması, gibi sebeplerle karşılaşılacağı için ihracatçılarımızın rekabet gücü zayıflayabilir.

Buna karşılık ise , yeşil üretim yöntemlerine geçiş yapan firmalar için CBAM önemli fırsatlar sunmaktadır:

  • Enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji yatırımları, uzun vadede maliyetleri azaltabilir.
  • Düşük karbonlu üretim, AB pazarında sürdürülebilirlik arayan müşteriler için önemli bir tercih sebebi olabilir.
  • Çevre dostu markalaşma, rekabet avantajı yaratır.

CBAM, Türkiye için hem bir risk hem de bir fırsat niteliği taşımaktadır. Düşük karbonlu üretime geçiş için gerekli yatırımların hızlandırılması ve devlet destekli teşviklerin artırılması, Türkiye’nin AB pazarındaki konumunu koruyabilmesi için kritik öneme haizdir.

İhracatçılar için:

  • Kapsamlı karbon ayak izi hesaplamaları yapılmalı,
  • Yeşil enerji kaynaklarına yatırım artırılmalı,
  • Avrupa standartlarına uyumlu sürdürülebilirlik raporlaması sistemleri kurulmalıdır.

Ancak böyle bir stratejik dönüşüm ile hem maliyet baskısı minimize edilebilir hem de Türkiye’nin küresel rekabet gücü uzun vadede güçlendirilebilir.

Kaynak: Ekonomim.com | BÜLENT POYRAZ - Johnson&Johnson Sağlık Hizmetleri Uyum Yöneticisi