Son zamanlarda, bazan gündüz, bazan gece ülkemizin muhtelif şehirlerinden aranmaktayım. Neden? Nedenini açıklayayım...
Hayat hikayemden pasajlar olan kitabımda ve www.cevdetakcakoca.com internet sitemdeki paylaşımlarıma ulaşan memleketim insanları beni aramakta.
Neden derseniz, açıklayalım.
Son zamanlarda arayanlar ne istiyor biliyor musunuz?
Arayanlar Karstan, Ağrıdan veya Konyadan olabiliyor. Siz, yün veya yapağı alıyormuşsunuz, biz de bunu haber aldık. Bir çok üretici anlaştık. Size yapağı satmak istiyoruz diyorlar.
Bazan kendimi tutamayıp gülüyorum. Bu gülüş hiç ama hiç de hoş olmuyor ama kendimi tutamıyorum.
Ben, İpekişte iken yani 35-40 yıl önce Avustralya yapağıdan başka yerli yapak ta kullandığımızı yazmış ve ülkenin muhtelif şehirlerinden yapak alabilmek için ekipler çıkardığımızı yazmıştım.
Sevgili Atatürk, ülkenin uygulanabilen yerlerinde Merinos koyunu üretme çiftlikleri kurmuştu. Biz de bu şehirlerden yapak almak için ekipler kurmuştuk. Ama şimdi o uygulama, özellikle biz ve ekibimiz İpekişten emekli olduktan sonra uygulamadan kaldırılmıştı. Ben yazıma eklediğim yazıları internette yayınlayınca yün ve yapak üreticileri okumuş ve hemen bundan faydalanmak için beni aramaya başlamışlar. Bir yandan çok güzel bir şey, bir yandan da ülkemiz insanının malını satmak için bazı şeyler yapmak zorunda olduğunu hissedip araştırdıklarını gösteriyor.
Ülkemizde, eski uygulamaları da inceleyerek uygulamamız gerekiyor demek isterim.
Tabii, bir zamanlar 1990 lı yıllarda, gece yarıları da dahil olmak üzere günün muhtelif saatlerinde aranıyordum. O zamanlar bir Merkez Bankası Başkanının soyadı AKÇAKOCA idi. Benim soyadım da AKÇAKOCA, beni o Merkez Bankası başkanı ile akraba sanıyorlardı.
Akrabama ulaşabilmek için benden yardım bekliyorlardı. Ben de o kişi ile akraba olmadığımı, kendisini tanımadığımı bir şey yapamıyacağımı söyleyip telefonu kapatıyordum. Halbuki ne güzel dolandırıcılık yapabilir mişim?
Şimdi gelelim yine İpekiş’e. Aşağıda o yazıları yeniden paylaşacağım. Bu yazıları paylaşırken aklıma gelen cümleyi de başlığa almıştım. ZAMANINDA İYİ ŞEYLER YAPMIŞIZ
İPEKİŞ VE TÜRKİYE YÜNLÜ SANAYİİNE TEŞVİK
İpekiş yıllarından bahsediyorduk, 1980 yılları ve ihtilalle ilgili kısımlara daha sonra devam edeceğiz ama o yıllarda dikkatimi çeken bir çalışmayı burada anlatmak istiyorum.
Eski Türkçe’de uzun, ince ve dayanıklı1 anlamına gelen merinosun yapağısı beyaz altın olarak adlandırılmaktaydı. Frigler M.Ö. 800’de Anadolu’da yapağısı iyi olan koyunlar yetiştirmişti. Bunların bir bölümü İtalya’ya ihraç edilirdi. Romalılar bu koyunları ıslah etti ve Yunanistan, Galya, Britanya’ya gönderdi. Yapılan çalışmalar sonucu Merinos ırkı koyunlar yetiştirilmeye başladı.
Bu çalışmalar yüzyıllarca devam etti. Uzun uzun anlatmayalım. Ama Merinos koyunlarının bir resmini paylaşalım.
Cumhuriyetin ilk döneminde ve ilk iktisat kongresinden sonra özellikle Türkiye’de koyun ırkının ıslahı ve merinos ırkı yetiştirme, yün ıslahı gibi konular ele alınmıştır. Marmara bölgesinde Merinos çiftlikleri kurulmuştur.
Bu arada 1925 yılında İpekiş fabrikası kurulmuş ve yünlü kumaş üretimi ve ipek kumaş üretimi yapılmaya başlanmıştır. 1938 yılında ise Balkanların ve Ortadoğunun en büyük yünlü sanayii olan Merinos fabrikası kurulmuştur.
Daha önce kurulmuş olan Merinos ıslah ve yetiştirme çiftlikleri, kıvırcık kuzu yetiştirme çiftlikleri, ülkedeki küçükbaş hayvan yani koyun yetiştiriciliğinde önemli sonuçlar vermeye başlamıştır.
Kurulmuş bulunan Merinos ve İpekiş fabrikaları da ülkemizde yetiştirilen koyunların yünlerini kullanmak için çalışmaktadırlar. Ülkemizde çok ince tüylü koyun ırkı yetiştirilememekte, dünyanın en iyi yünleri maalesef Avustralya, Güney Afrika ve Arjantinde elde edilmektedir.
Ancak, yapılan çalışmaların boşa gitmemesi ve daha da ilerlemesi için Merinos ve İpekiş fabrikaları her yıl şenlikler düzenlemekte, en iyi koyun, en iyi merinos yünü gibi yarışmalar yapılmaktadır.
Köylü, yünlerini Türkiye Yünlü ve Tiftik sanayiine satmakta, bu kuruluş da ilgili fabrikalara pazarlamaya çalışmaktadır.
Biz de 1980 li yıllarda İpekişte bu çalışmalara katkıda bulunmaya çalışmakta idik.
Her yıl Saruhan Megrel başkanlığında iplik ustası Hacıoğlunun da bulunduğu en az iki arabadan meydana gelen 7-8 kişilik bir ekip Balıkesir, Gönen, Bursa, Kütahya, Eskişehir başta olmak üzere taa Konya’ya kadar uzanıp fabrikada işlenebilecek yünleri seçer ve alırlardı. Öyle ki, Saruhan Megrel böyle bir alımdan geldiğinde, tamamen koyun kokardı ve hep beraber hem güler, hem de ülkemizin yetiştirdiği yünleri kullanacağımız için sevinirdik.
Bizim yün satınalma ve araştırma ekibi aşağıdaki iki araba ile yola çıkardı. Bir tanesi 1969 Chevrolet ve rengi aynı aşağıdaki araba gibi idi. O kadar güzel bir araba idi ki, Ankara’ya gittiğimizde millet acaba bir bakan arabası mı diye bakıyor, etrafında dolaşıyordu.
Yün satınalmaya köylere kadar giden ikinci arabamız da aşağıdaki resmini gördüğünüz Chevrolet 1955 model araba idi ve rengi de yine yanlış hatırlamıyorsam aşağıdaki resimdeki gibi idi.
Siz bu yazıyı okuduğunuzda 80 yaşını geçmiş olan Saruhan Megrel, fabrika müdürü idi. Tam bir tenis, yüzme ve her türlü spor hastası idi. Oğlu ve kızı da sporda Türkiye çapında ismini duyurmuş olan Mete Megrel ve Hande Megrel(Cumbul) idi. Saruhan Megrel’in burada bulabildiğim bir resmi de tenis turnuvasında çekilmiş bir resmi olup aşağıda paylaşıyorum.
İpekiş, hem strayhgarn yani kalın tüylü yünden yapılmış iplik ve hem de kamgarn yani ince tüylü yünden yapılmış iplik ve kumaş imal ettiği için yerli yapağıyı daha fazla kullanan bir firma idi.
O zamanlar her ailenin evinde düğün için bir İpekiş kumaşı bulunurdu. İpekiş, yurt içinden aldığı bu yünleri, mantoluk, paltoluk ve benzeri kalın kumaşlar için ve battaniye imalatında kullanıyordu.
Dolayısıyla bizim ipekiş ekibi her yıl hasretle beklenen bir ekipti. Daha sonraki yıllarda, Gönenden Konyaya kadar, bir takım tüccarlar ortaya çıktı. Bunlar, daha önceden köylü ile anlaşıp yünleri stoklamaya başladılar.
Sonunda bizim ekip çıkarıp satın aldığımız fiyattan daha ucuza tekliflerle geldiler ve sonraki yıllarda İpekiş özel ekipler çıkarmaktan vazgeçti. Çünkü ekip çıkarmaktan daha ucuza yünü bulabiliyor ve satın alabiliyorduk.
Şimdi durum nedir bilemiyorum. O zamanlar yünlü sanayiini gerek yurt için ve gerekse yurt dışı olarak takip ediyordum. Hatta çalışmalarımı Dünya gazetesinde yazılar halinde yayınlıyordum. Bu konuda epeyce bilgi sahibi olmuştum.
Ekip olarak dünyadaki yünlü fiyatlarını da çok yakından takip ediyorduk. Grafiklerle, o günkü en son teknolojiyi kullanarak fiyat tahmininde bulunuyorduk.
Yünlü sanayii, yani fabrikalar, en az %100 hammadde stoku ile çalışırdı. Biz bunu yaptığımız çalışmalarla %8 e düşürebilmiştik. Sırası geldiğinde bu konuyu bir daha işleyeceğim. Tabii bu bir ekip çalışmasının sonucudur.
O zamanki çalışma arkadaşlarım, bu konunun duayeni idiler diyebilirim. Ne yaptıysak, el birliği ve gönül birliği ile yaptık.
Ben arandığımda bu eski günler aklıma geldi ve hakikaten ZAMANINDA İYİ ŞEYLER YAPMIŞIZ dedim.