Günümüzde işletmelerin başarısı artık yalnızca finansal performanslarıyla değil, çevresel ve sosyal etkileriyle de değerlendiriliyor. Bu dönüşüm, işletmeleri sürdürülebilirlik raporlamasına yönlendirirken, uluslararası ve yerel standartların nasıl uygulandığı büyük önem taşıyor. Türkiye’de yakın zamanda uygulamaya konulan TSRS (Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları), AB’nin ESRS (Avrupa Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları) ile paralellik gösterse de, yerel koşullara özgü farklılıklar barındırıyor. Peki, bu iki çerçeve arasındaki temel farklar neler ve işletmeler bu süreçten nasıl faydalanabilir?
 

Çifte Önemlilik: Küresel ve Yerel Yaklaşım

Sürdürülebilirlik raporlamasında sıkça duyduğumuz bir kavram var: Çifte önemlilik (double materiality). ESRS, çifte önemlilik yaklaşımıyla hem işletmenin finansal performansını etkileyen unsurları hem de işletmenin çevresel ve toplumsal etkilerini dikkate alıyor. Örneğin, iklim değişikliği bir şirketin operasyonel maliyetlerini artırabileceği gibi, şirketin karbon salınımı da çevre üzerindeki etkilerini belirler. Bu iki bakış açısını aynı anda değerlendirmek, işletmelere daha geniş bir perspektif sunar.

TSRS ise çifte önemliliği benimsemekle birlikte, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal dinamiklerine odaklanır. Özellikle tarım, enerji ve istihdam gibi sektörlerdeki yerel önceliklere vurgu yapar. Bu yaklaşım, Türkiye’deki işletmelerin küresel standartlara adapte olurken, kendi sürdürülebilirlik yolculuklarını daha erişilebilir bir şekilde planlamalarını sağlar.
 

Risk ve Fırsatlar: Global Sorunlar, Yerel Çözümler

Risk ve fırsatların belirlenmesi, hem ESRS hem de TSRS çerçevesinde sürdürülebilirlik raporlamasının temelini oluşturur. Ancak odak noktaları farklıdır. ESRS, iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı ve insan hakları gibi küresel risklere öncelik verirken; TSRS, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal önceliklerini daha belirgin bir şekilde öne çıkarır. Örneğin, su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı veya yeşil enerji yatırımları, TSRS kapsamında daha fazla detaylandırılabilir.

Türkiye gibi büyümekte olan bir ekonomide, sürdürülebilirlik fırsatları da bir o kadar önemlidir. Yeşil enerjiye geçiş, karbon azaltımı için devlet teşvikleri ve döngüsel ekonomi uygulamaları, TSRS'nin işletmelere sunduğu rehberlik çerçevesinde şekillenebilir.
 

Veri Toplama ve Altyapı Geliştirme

ESRS, Avrupa’daki şirketlerin uzun yıllardır oturmuş bir raporlama altyapısına sahip olduğunu varsayar ve oldukça detaylı veri sunmalarını bekler. Ancak TSRS, Türkiye’de sürdürülebilirlik raporlamasının daha yeni bir alan olduğunu göz önünde bulundurarak işletmelere daha fazla esneklik tanır. Bu, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin raporlama süreçlerine adapte olmalarını kolaylaştırır.
 

Sürdürülebilirlik Raporlaması Neden Önemli?

ESRS ve TSRS arasındaki farklılıklar, hangi standardın daha iyi olduğu sorusunu ortaya çıkarmamalı. Asıl soru, işletmelerin bu standartlardan nasıl fayda sağlayabileceğidir. Doğru bir sürdürülebilirlik raporlaması, yalnızca düzenleyici gerekliliklere uyum sağlamakla kalmaz; aynı zamanda bir işletmenin itibarını artırır, riskleri minimize eder ve uzun vadeli başarı için stratejik bir yol haritası oluşturur.

Türkiye’nin TSRS ile kendi sürdürülebilirlik standartlarını geliştirmesi, ulusal işletmelerin küresel piyasalarda rekabet edebilirliğini artıracak bir adım. Ancak bu sürecin başarısı, işletmelerin çifte önemlilik perspektifini içselleştirmesi ve bunu stratejik planlamalarının bir parçası haline getirmesiyle mümkün olacaktır.

Sonuç olarak, TSRS, yerel koşullara uyumlu ve erişilebilir bir rehber sunarken, ESRS’nin uluslararası çerçevesi, küresel piyasalarda rekabet eden işletmeler için önemli bir standart olmaya devam ediyor. Sürdürülebilirlik yolculuğunuzda kritik olan, bu süreçlerin stratejik bir öncelik olarak benimsenmesidir.

Kaynak: Ekonomim.com | Bülent GÖRER