Ardından da artçı depremler gelmeye devam etti. Tek tesellimiz can kaybının olmaması ama özellikle İstanbul için ciddi bir uyarının geldiğini kabul etmemiz gerekiyor. Aslında şimdiye kadar Türkiye’nin deprem riskiyle ilgili çok yazıldı ve çok konuşuldu. Peki gereği yapıldı mı? Deprem öncesi ve sonrası için hangi önlemler alındı? Konuyla ilgili birçok yerbilimci, jeoloji mühendisi ve uzman hoca, bilimsel ve teknik değerlendirmeler yapıyor. Profesör Naci Görür, “Millet olarak fay ve deprem olacak mı olmayacak mı konuşmayalım. Bizim için önemli olan depreme dirençli kentler yaratmaktır. Depremleri minimum hasarla atlatalım. İnsanlarımız ölmesin. Bilim insanlarına saygılı olalım ve bilimin tarafında duralım” diyor.

İSTANBUL DEPREMİNİN ALTINDAN KALKAMAYIZ

Çünkü ciddi bir İstanbul depremi hiçbir şeye benzemeyecektir. 16 milyonluk nüfusa sahip İstanbul, Türkiye ekonomisinin yüzde 31’ini kapsıyor, Türkiye finansının merkezi. İhracatın yüzde 50’si İstanbul’dan yapılıyor. Can kaybıyla birlikte uğranan ekonomik yıkımın altından kalkmak mümkün olmayacaktır. Ülkeyi yönetenler ise Samuel Beckett’in ünlü “Godot’yu Beklerken” tiyatro oyunundaki Estragon gibi unutkan oluyorlar ve eylemsizliklerine yenilen bu oyunun kahramanları gibi ne zaman geleceği belli olmayan ve kimsenin tanımadığı Godot’yu beklemeye başlıyorlar.

Jeolojik yapısı nedeniyle ülkemizde sürekli depremler oluyor. Önce ahlar vahlar, taziye dilekleri, yapacağız, edeceğiz ve kader söylemleri, sonra fırsattan istifade depreme karşı önlem alıyoruz ve depremin yaralarını sarıyoruz diye ilave vergiler salınıyor. Bir süre sonra toplanan deprem vergileri bütçe içinde başka ihtiyaçlara harcanarak kaybolup gidiyor ve ciddi hiçbir şey yapılmadan yeni bir deprem oluncaya kadar bekliyoruz. Bütün İstanbul, ranta ve rezidanslara kurban edilmiş durumda, deprem sonrası vatandaşların kolay ulaşabilecekleri toplanma alanları bile imara açılmış durumda.

Bugünlerde muhtemel deprem risklerine karşı samimi bir beraberlik içinde ortak bir akla, dayanışmaya ve çalışmaya ihtiyacımız varken cumhurbaşkanı ve bakanlar, İstanbul’da depremle ilgili toplantı yapıyorlar ama İstanbul’un seçilmiş belediye başkanvekili toplantıya bile çağrılmıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde görev yapan önemli şehir plancıları içeride tutuluyor. Bu da yetmiyor, dün ikinci bir dalga operasyonla içeridekilerin eşleri bile gözaltına alınıyor.

KANAMA DURDURULAMIYOR

Üstelik genel ekonomideki olumsuz gidiş devam ediyor. 19 Mart Ekrem İmamoğlu operasyonuyla 50 milyar doların üzerinde döviz satıldı, bunun yaklaşık 22.7 milyar dolarını yabancılar alıp çıktı. Ardından politika faizi yüzde 46’ya çıkarıldı, faizin üst bandı yüzde 49’a çıkarıldı, yine de döviz talebinin devam ettiği görülüyor. Sabit gelirlileri yoksullaştırılması pahasına yürütülen enflasyonla mücadelede ise sonuç alınamıyor. IMF Türkiye’nin yıl sonu enflasyonunu yüzde 31 olarak öngörüyor.

Yapısal reformlar bir yana bütçe açığı büyümeye devam ediyor. Merkezi yönetimin mart ayı bütçe açığı 261.5 milyar lira olurken son 12 aylık bütçe açığı 2 trilyon 303 milyar liraya (GSYH’ye oranı yüzde 4.8) yükseldi. Halbuki 2025 yılı bütçesinde öngörülen bütçe açığı 1 trilyon 931 milyar liradır, bunun 1 trilyon 950 milyar lirasının faiz giderlerinden kaynaklanacağı öngörülüyor. Faiz indirimlerinin başka bir bahara kaldığını göz önüne alırsak 2025 yılı faiz giderlerinin ve bütçe açığının daha yüksek seviyelerde oluşacağını söyleyebiliriz. Artan maliyetler nedeniyle düşmeye başlayan sanayi üretimini daha da zor günler bekliyor. Konkordato ve iflas sayılarının arttığını, ülkede yoksulluğun giderek derinleştiğini yaşayarak öğreniyoruz. Mart ayı tüketici güven endeksinde, nisan ayı reel kesim güven endeksinde, nisan ayı imalat sanayi kullanım oranında azalmalar görülüyor. Göstergeler, ekonomide beklentilerin iyi gitmediğini gösteriyor.

Zor günlerden geçiyoruz, toplumun yüzde 80’i açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor, ekonomide durgunluğu ve enflasyonu bir arada (stagflasyon) yaşamak durumunda kalabiliriz, deprem riski kapımızda duruyor, her şeyimizi alıp götürebilir. İktidar ise giderek hukuku ve demokrasiyi örseleyerek otoriterleşiyor ama sürekli muhalifleri suçlama ve güç bende operasyonları her zaman sonuç vermiyor.

Kaynak: Cumhuriyet | İrfan Hüseyin YILDIZ